İçinde bir çocukla doğarsın. Peki ya sonra? Sen büyüdükçe yok mu olur? Yada olsun mu istersin?
İçindeki çocuğun yok olması neyine yarar ki? Büyümüş mü olursun? Koca adam mı sayılırsın? Herşeyin üstesinden gelebilecek gücü mü bulursun kendinde ki, çocuğa ihtiyacım yok dersin?
Şimdi iyi gözlemle;
Yeni yürümeye başlamış bir çocuk, her düşüşünde nasıl da kalkar ayağa. Hemde farkında olmadığı o tüm gücüyle…
Oyun oynarken düşüp dizini yaralayan bir çocuğu düşün bir de. Düşünce canı yanar belki ama tutkunu olduğu oyunu oynamak için acısını unutmaz mı yada sineye çekmez mi?
Ailesinin bir bireyinden azar işittiğinde sevilmediğini hissedip, kendini sevdirmek, sevilmek ihtiyacını karşılamak için çaba göstermez mi? Hem de defalarca…
Çocuğun içindeki merak duygusunu, öğrenme isteğini de bir düşün! Sen büyüdüğünde “Ben artık herşeyi biliyorum gafleti”, kendini birşeylerden geri çekmene neden olmaz mı? Oysa çocuk için öğrenmenin sınırı yoktur. Sınırsız bir evrende kendini sınırlamaz. Farkında değildir çünkü. İç güdüseldir gücü.
İçinde bir çocuk olsun ve merakla onu yakala. Onunla sınırsız alemi keşfe koş, düş, kalk ve bir daha koş. Bir çocuğun yılmazlığı olsun sende. Şunu da unutma, bir çocuk güvendiği büyüğünden aldığı bir nasihatle geri çeker kendini, belki korkar birşeylerden. Yapamazsın edemezsin dediğinde yok olur merakı, heyecanı. Sen bunu ne çocuğuna yap ne de kendi içindeki çocuğa. Sınırları sen, düşüncelerinle belirleme. Evren belirlesin. Senin sınırın verdiğin çabayla ölçülsün. Yada bırak çocukların öyle olsun. Sen sınır olma kimseye. Yapamadığın birşeyin yapılabilmesi için destek ol. Köstek düşüncelerini kendine sakla. Yada saklama içinde ez, parçala.
Sen de o çocukla merak, heyecan ve öğrenme arzusuyla koş o yana, bu yana..! 😉