Şöminenin yanında oturuyorum. Sağ yanağım ısınmaya, yanmaya başlamış ama direniyorum. Elimde, bakır tabağın üstünde yediğim mayalı ekmek. İçinde de kotla tereyağı var. Damağıma yaya yaya yiyorum. Karşımda anneannem el işini örüyor. Bir an için durup bakakalıyorum…
Sağ yanağımın kavrulması ve kımıldamamam, damağımda ekmeği ve tereyağını dağıtmam ve aldığım lezzet, odunların ‘çat çut’ sesleri ve  kafamda beliren düşünceler: ” Bu mayalı ekmek birdaha aynı bu kıvamında, mayasında, pişkinliğinde olmayacak. İçindeki tereyağının barındırdığı süt, aynı sağılmayacak. Hayvan sağılırken ki hava, sağanın ruh hali aynı olmayacak, bir daha böyle tepkimeye girip aynı tatda tereyağı vermeyecek belkide. Yanan odunların sesleri ve kokusu bile birebir aynı şekilde sunulmayacak zevkine. Çevrendeki insanlar bir daha olamayacaktı belkide çevrende”.
Yaşadığın âna bir baksana. Eşi benzeri yok. Sadece o ân için yaratılmış ve sunulmuş. Senin için eşsiz bir hediye. Düşünsene! Eşi benzeri olmayana ânlar zinciri. Farkına varman için. Farkına varıp şükürlerini sunman için.
Bugün çok tatlı duyguları yaşatmıştır sana, ân. Yarın aynı tadı alamazsın ama. Belki daha tatlıdır, belki daha acı yaşadıkların. Acıysa bugünün tatlılığının kıymetini bilirsin. Tatlıysa acılı günlerini yâd edersin, verilene şükrederek.
Şu anda çiğniyorum ağzımda ekmeği, gelmiş mayasıyla ve tereyağıyla. Elimdeki ekmek bitene kadar kalkmıyorum yerimden, sağ yanağım yansada. Anneanneme bakıyorum, seviyorum onu gözlerimle. “Şükür olsun şu ânın huzuruna” diye içimden geçiriyorum…
Şimdi bir bak yaşadıklarına. Tatlı veya acı geldiyse doya doya yaşa. Bunlar yaşaman için. Es geçip, görmezden gelmen için değil. İliklerin hissettiyse şu ânı, yaşadın demektir. Hissetmediyse yolunu bulmak, senindir…