Tüm duyularını kullanabildiğin bir hayatı hisset!

Papatyalara baktı güzel kadın ve… (3. Bölüm: “Kokun!”)

      Dudaklarım kımıldadı, arkasına vadinin derinliğini almış, bana doğru yönelişinin ilk adımını atacakken, vurup geçen rüzgarın, sırf beni mest etmek için olduğunu algıladığım ani okşayışının hemen ardından…
     
      Havayı öyle çektim ki içime, seve seve geçti solunum yollarımı. Dudaklarımdaki kımıldama da, içime dolanı dışarıya vermeden, bütünümdeki etkisine itafen, tebessüm içeriyordu, çok hafif, etkilenmiş ürpertisini yaşamaktan memnun…
     
     Gözlerim ise kımıldamadı, olağan kırpmalar dışında. Tebessümüyle, tebessümümü üstüne aldığını belli ediyordu Kadın, haksız da değildi. Onu kokluyordum, onaydı tebessümüm. Ne koktuğunu biliyor muydu acaba? İlginç olan da bu ya, “Bir kadın, kokar mı hiç Papatya?”…

image

    
      Adımlar.. ceylan sekmesini andıran ama ağır; yalınayak, parmak uçlarında, toprağa dokundukça dokunmamış algısı veren, yarım ayak izleri bırakan narin adımlar, çoğalıyorlar…
    
      Ard kısmındaki çoğalan adımlar, yaklaştığının kanıtı olsa ne olurdu ki? O kadar kanıt var; gözler yakınlaşıyor, koku artıyor, bir sıcaklık esiyor; sıcaklık sanki bana yapışıp kalıyor. En maddi kanıt ise çoğalan yarım ayak izleri…
     
      Kanıttan çok ne var? Hangisini istersen kullan ve ikna ol, yakınlığınızın artacağına…

      Çok sıcak oldu. Akşam üstünün serinliğini bastıracak, bu sıcaklık da neydi? Dolaşım sistemimin bana sormadan, sakin heyecanımı arkalık alarak yaptığı bir etkiydi sanırım. Bana yakınlaştıkça, aldığım oksijenin, kalbimin işlevine yetersiz kalması sonucu, vücudumun serinliğini kaybetmesindendir bu sıcaklık; herzaman eşi bulunmayacak, heyecanlı sıcaklık…
    
     Yakınlaştıkça büyüyordu gözümde. Tüm etraf ise görünmez geliyordu. Gözümü kör ettiğinden değil elbet. O an için başka bir yere bakmıyordum, başka birşey aramıyordum. Vâr olanın keyfini sürüyordum, okadar…
    
     Ancak yakınlaşma sürecinin sonuna gelindiğinde, istenmedik ota söylenir ama istediğim ot gibi düşünelim; burnumda bittiğinde, ne yapacağımı düşünmedim. İçimde fırtına vari hislerden bir paket mi sunmalıyım, yoksa o anki doğal düzene aykırı olarak kafamı çevirip, his ve düşüncelerimi bir süre bastırmalı mıydım? En iyisi birşey yapmayayım da, akışında ilerlesin, herzamanki gibi…
     
     Neyse ki, daha vakit var. Yanı başıma kavuşmasına daha birkaç adım uçsuzluğu var. Bu uçsuz dilimde, gözlerimi olmasa da, algımı, bir süreliğine etrafıma yönledirdim. Neredeydim ve ne yaşıyordum?
     
      Güneş en son, Kadın’ın bana yönelmek için attığı ilk adımından önceki son göz kaçırışında, soluna çevirdiği başının arkasındaki ışığın da etkisiyle oluşan profil silüetiyle yer etmişti algımda.
    
      Güneşin batmasıyla, akşam çisesi de hissettiriyordu kendini. Çise yağdıkça, ısınmış tabiatın serinlerken buram buram bıraktığı koku, vadinin en derininden süpürerek yükselip Kadın’dan da parçalar toplayarak hafif hafif vuruyordu, sevip geçiyordu…
    
     Kuşlar, akşam sohbetine başlamış, harareti arttırarak devam ediyorlardı.
    
     Tüm tabiat akşam hazırlıklarını yapıyor, dinginliğe yollanıyordu. Bazıları ise gece nöbetine çoktan başlamıştı; kurbağa, cırcır böceği…
    
     Tüm bu an bütünlüğü, hisler ve akabinde duygular; belki onlardı ânı fazlasıyla ısıtan, bizi birbirimize yakınlaştıran; doğal düzeni kabul etmemiz, ayak uydurmamız, akıp gidene karşı gelmeyişimizdir belki de…
     
     Adımlar.. tükeniyorlar…
     İzler.. çoğalıyorlar…
     Biri biterken, diğeri artıyor. Yine bir düzen…
     
     Arkamda ellerimin rahatça kenetini, başımın hafif sola eğimini, sever gibi hafif kısık gözlerimi ve güven veren tatlı tebessümümü bozmadan, hafif bitişik olan ayaklarımı, sağ ayağımı sağa çekerek ayırdım. Bunu zoraki bir hareket olarak değil, gelişen yakınlaşmaya istinaden yaptım sanırım. O yaklaştıkça başımın sola eğimini bozmadan hafifçe yukarı doğru kaldırıyordum.
     
     Hareketler bitti; adımlar son noktasına ulaştı, başım ise yeteri kadar doğruldu. Ne kadar da büyük ve net, göz bebekleri. Ya beni daha iyi görebilmek için ya da aşk duygusuyla baktığı için. Bunu bile sorguladım, o saliselik dilimde.
    
     Âna dönelim…

    Tebessümlerimiz, sanki aynadaki yansımalarımız.

     Sağ elini, döngüye aykırı olmayacak doğallıkta başının arkasına götürdü ve başını yarım sola döndürerek saç örgüsünü, sağ omuzundan sarkıttı önüne. Cilve gibi gelmedi hareketi. Dedim ya, “Döngüye aykırı değil”. Belki de, doğal cilve…

     Örgüsünü ve üzerindeki detayları görünce, “Kokun!” diyebildim, konuşmak için ciğerlerimde kalan hacmi yetersiz son havayla. Sözlerime devam edecektim ki, kollarını, arkamda kenetli olan kollarımla bedenim arasındaki boşluklardan geçirerek, sırtımdan yukarı sürünen avuçlarını, sağ ve sol kürek kemiklerime dayadı. Başını ise sağına çevirip, sağ göğsüme usul usul yasladı.

image

     Koku yoğunlaştı, saçındaki örgünün her boğumuna yerleştirdiği papatyaların kalan canlarını en güzel şekilde tüketişiyle. Örgüsüne eşlik eden papatyaları gördüğümde, “Bir kadın, kokar mıydı hiç papatya?” sorumun etkisizliğini dahil ettim, vâr olan tebessümüme…

     “Kokun!” diye başlamaya niyetlendiğim sözler, dindi. Ne diyeceğimi de unuttum. Sözler için almaya yeltendiğim soluğu, kokunmak için kullandım, uzunca…

     Sonrakiler göğsümdeki başını ufak hareketlerle ileri geri götürecek kısalıkta devam etti.

     Gözleri kapalıydı. Ona bakmaktan aldım gözlerimi ve vadiye, vadinin derinliğine ve kararmak üzere olan muazzam örtüye daldım, gittim. Soluk almayı kesmeden ve kokuyla dolana dek…

                          Kamer AYGÜN

« »