Elbet bir yerden başlar yaşam…
Biraz yorum katarak devam edelim. Sizler de hislerinizi ve yorumunuzu katarsanız, dünyalarımız bir yerde kavuşur diye düşündüğümden ve sadece sözde kalmasın diye de devamını getiriyorum ki, lafla peynir gemisinin yürümeyeceğine olan inancımı destekleyeyim…
—–
Kendi hayatımdan:
Misallerle gidelim. Mesela yaşam sürdüğüm dünyada, zaten var olan koca ailemi daha da genişletmek ve gönlümdeki uçsuzluğu yakalamak istiyorum. Bunun için, kendi çekirdek ailemin temeliyle yani bir eşle devam ediyorum. Sonrasında iki kişinin yaşamının sorumluluğunu, tüm toplum yargı ve değerlerine, kültürüme ve çevreden gelen etkilere uydurarak sürmeye çalışıyorum, çalışıyoruz…
En değişken olan çevre unsurlarından misalime devam edeyim. Yaşadığım topraklarda oluşan üzücü, kırıcı, yıpratıcı haberlerin geldiği siyasi, ekonomik ve askeri ve dahası unsurlara kapıldığımı da düşünelim. Toplumumuzda genel durum böyle diye düşünüyorum…
Sonra, bir aile kurmaya olan niyetimi gözden geçiriyorum. Bir adım atmışım, iki kişiyiz. Peki dahasına isteğim, şevkim yada gücüm var mı?
Devamlı değişen bu unsurlara baktığım ve kapıldığımda, bu topluma daha fazla birey neden getireyim diye düşünür gibi oluyorum. Onca sevgiye, çabaya ve bağlılığa rağmen elimden kayıp gidebileceği ihtimalleri çoğalınca, kendimi geri çekiyorum. İçimdekileri baskılıyorum. Çünkü dış etkenler benden daha güçlü. Güçlü olmasının nedeni de benim. Bunun nedeni de, etkenlerin beni kör etmesine ve ele geçirmesine müsade etmem.
Peki, bu düşünce ve hislerle yaşamımı sürersem benim inancımı, kültürümü, bağlılıklarımı, en önemlisi de toprak bütünlüğümü kim koruyacak, kim tamamlayacak?
Bir yok oluşa mı gideceğim yada gideceğiz?
Buna nasıl müdahale edebiliriz?
Uzatmadan içimde büyük yere sahip o cevabı vereyim:
“Etken ne olursa olsun, baskılamayacağım”
Kendimi baskılamayıp, içimdekine yol açacağım. Öncesinde de, kısıtlığımın yok olduğu bebeklik dönemlerime bakıp kendime ders vereceğim. Kendimi özümle terbiye edeceğim…
—–
Gözlem, deneyim ve hislerime dayanarak verdiğim misali burada bitirip, bir başka hayattan örnekle anlatmak istediğimi netleştireyim.
Çoğunlukla yaşamımı sürdüğüm Karadeniz’de, çaylıkların içinde, kışa girmeden görmemin nasip olduğu bu örümcek kozasından bir ders çıkardım.
Tüm yaşamım boyunca hissettiğim ama farkında olamadığım birşeydi belki de. Toplumumuzda olan kayıplar ve burukluk veren durumlara itafen çıkardığım dersin farkına varmak şimdiye nasipmiş.
Bu örümcek kozasını, bir örümcek inşa etti. Yaşamını sürdüğü çevrede, çaylıklara müdahale eden onca insana ve belki de farkına varmadan yok ettikleri örümcek yuvalarına, yollarına aldırış etmeden, üzerine düşeni yapmaya devam etmiş bu örümcek. O, neslini, içinde olanı baskılamadan; çoğaltarak, arttırarak devam ettiriyor. Öyle ki, gerekli zamanlarda, doğan yavrularının kendisini yemesine müsade ederek…
Düşündüm de, o örümcek onca dış etkiden elbet etkileniyor. Yıkılsa bile baştan yapıyor. Tüm gücünü, sorgulamadan üzerine düşen bir vazife gibi, yaşamını sürmeye ve yaşatmaya adıyor. O yavrular, yaşamlarına kavuştuklarında ekolojik sistemdeki yerlerini alacak ve süregelen dengeyi korumak için iç güdülerini kısıtlamadan yaşamlarını son anına kadar devam edecekler…
O kozayı yapan örümcek, yuvasını bozan hatta kozasını bozan insanlara sinirlenip, küsüp, lanet ederek çabasını bıraksa.. bunu tüm canlılar devam ettirse ne olacağını az çok tahmin edebiliriz. İnsan haricindeki tüm canlıların muazzam denge sağlama çabasının da yok olduğu bir dünya için, uzayda bir karadelik açılması dahi beklenmez. Yok olur gider…
Bu örümcek kozasından ve oraya inşa ediliş gayesinden çıkarılabilecek ders niteliğindeki öğütleri yaşayalım. İlk başlarda verdiğim misaldeki insan değilim şu anda. Yaşatmak ve yaşamak istediğim kültürüm, toprağım, bağlarım var. Bunun için önce kendimi eğitmeye ve geliştirmeye, çevremdeki bu koza gibi ufak gözüken hayatlara bakarak çabalıyorum.
Hiçbirşey nedensiz değildir!
Nedenler ise farkedenler içindir…