Günün ilk yarısında şehir işleri, sonrasında ise başlayan iş döneminin temel adımını gerçekleştirdik. Anlık gelişen bir atılım. Beklenmedik gelen, doğaçlama bir süreç…
Çay tarımı sürecinin gübreleme aşamasında bugüne düşen pay, gübrelerin yerlerine dizilimiydi. Tam bir spor günü olarak da nitelenebilir. 25 kg’lık çuvalları, saatler süren işte 180 defa kaldırdım, taşıdım ve yerine koydum. Sonuna geldiğimde kaslarımda hissizlik başlamıştı. Ancak kısa süre sonra işin biteceği ve evime gidip sofraya oturduğumda tüm bu yorgunluğun geçeceğine olan inancımla gayretim ve gücüm artıyordu. Bir salonda yapılacak olan kasvetsiz spora her defasında tercih edeceğim, ağır ama güçlü aktivite…
Diğer yandan bulunduğum ortamın sessizliği ve kendi başına kalışın verdiği dinginlik, sakinlik de psikolojik olarak rahatlamaya ve ferahlamaya dedtek oluyor. Psikoloğa ayrılacak zaman olarak düşünülebilir. Bu daha çok doğanın sağaltıcı gücüyle gelişen terapi gibi…
Sonrasında çalışırken olumsuz sayılabilecek ancak aksine üretilen çözümlerle zihnin aktivitesine vesile olaylar da gelişiyor. Burada hisler devreye giriyor, deneyim gerçekleşiyor ve sonunda ise tecrübe kazanılıyor. Bugün iki atlatiçanın(Teleferiğin ana telini havada tutan direkler) kırılması sonrası hızla çözüm üreterek işi yoluna koymamız gibi…
Hele bir görsel ziyafet var ki, sormayın. Yeşile bakmak gözü iyileştirir derler. Hem yeşile bakıp, arada güneşe göz kısıp, dağdan akan suyun şarıl şarıl sesine kulak kesilip, uçan dolaşan hayvanlara dikkat verip çevrenin işleyişinin tam bir fotoğrafını çekebilmek var. Zihindeki yaşayan fotoğraflar…
Hayatını bir plan programa koyarsın. Bu işleyişi kolaylaştırır. Vakti kullanmayı öğretir. Eve dönüş, yıkanma ve beslenmeye ayrılan vakitler.. akabinde aileyle edinilen hoş vakitler…
Bugünden bir anımı da paylaşayım. Artık çuvalların sonuna geliyorduk. Ancak derman kalmamıştı. Bir ara kollarımdaki hissizlikle his arasında gidip geliyordum. Bıraksam yatar yere, gevşemeye çalışırdım. Ancak dağa yollanmadan anneannemin, “Siz çıkın da, ben de köfteyi yoğurayım, yemekleri hazır edeyim” sözü, öyle bir çınladı ki kulağımda, sanarsınız deli gücü geldi yerleşti içime. Daha önce anneannemin elinin tadına bakana olur öyle. Çok da garip değil aslında. Yine de mesele daha çok, küçüklüğümden beri heyecanlandığım ‘Anne Köftesi’. Tüm hatırı diriltir türden…
İş sonunda kavuşalan sofra, sofranın çevresindeki aile, yenilen yemeğin yorgunlukla artan tadı ve yemek sonrasında o tadın ve yorgunluğun verdiği mayışıklık, kuzinenin sıcaklığı, odunun sesi, gevşemiş bir beden.. günden kalan artık tatlı sayılan anılarla…
Kırsal yaşam, fazladan bir harcamayla elde edilen bu yaşanmışlıkları ve etkilerini olağan bir şekilde zaten sunuyor. Onca süreç yaşadım ancak bu denli dillendirecek farkındalığa daha yeni sahip oldum.
Evet! Yüzyıllardır Atalarımız bu hayatı yaşamış, yaşatmış ve aktarmış. Son yüzyıldır unutulanlara değindiğimde birçok insanda aynı etkileri yakalayabiliyorum. Çünkü genimizde var, kanımızda var.. toprağın çekiciliği, toprakla kaplı bedenimiz…
Bu farkındalığımın üzerine gidip, içim ve gönlüm el verdikçe hislerimi, deneyim ve tecrübelerimi paylaşmaya devam edeceğim. İsteğim, birine daha farkındalık uyandırmak ve güzel hislerin varlığından haberdar etmek. Sonu hayırsa, sonuna gitmeye çabam daim olacak inşallah.
Sevgiyle ve farkındalıkla kalın…