27 Haziran 2016
Pazartesi
Trabzon
Geceden beri sıcağın etkisi, fazlasıyla gösterdi etkisini. Şıp şıp terleyerek uyudum, ayağımda buz kütlesine dayanarak. Yine şıp şıp terleyerek uyandım, ayağımda buz kütlesi olmasına rağmen sahura…
Akabinde bir kısa uyku gördü gözlerim ve hazırlandık, en erken yolculuğa. Saat 6’da İstanbul’a yollanan uçak için. Kontroller yapıldı ve beklediğim kapının karşısında gün doğuyordu. Öyle de nefis.. son son uğurluyor muydu, yoksa heryerde yanımda olduğu mesajı mıydı…
Az da olsa erken hareket ettik, hatta erken varılacak anonsu da geldi. Ancak o vazgeçilmez denilen şehire, İstanbul’a yaklaştığımızda durum değişti. 20dk gecikmeyle ulaştık ve ilk işaret geldi. Her ne kadar doğal gözükse de bana işaret gelen bir durum ve bu duruma cevap getiren soru: “Bu şehirden neden uzaklaştım?”
(Cevabını net veremem. His diyelim yada hissedememe…)
İnişin ardından yetişilen otobüs, otobüsten başka bir araca aktarma ve sağsalim eve geliş. Gece 3 saatlik uykunun etkisi büyüktü. Oldukça zorlayıcı…
Eves geliş, hiç gitmemiş gibi oluyor. Bıraktığım yerden devam gibi. Yıllarımı geçirdiğim gibi.. ve ikinci sıkan durum!
Ev telefonunu arayan telefon şebekelerinden. Emniyet hala telefonla iş çözüyor gibi, sesinden zerre ehemmiyet gelmeyen bir insan ve oldukça yoğunlaşam hislerimle yüzüne kapattığık telefon, ki yine de efendiliğimi bozmadım. Karadeniz’den ayrılış savunması saydığım hafif hırçınlığımı da dizginleyerek…
İşte bir neden daha! Olabilir. Hem de heryerde. Ancak tam da geldiğim ilk günde ve evdeki onca kişiye rağmen benim telefona bakmam ve konuşmam.. bir işaret mi saysam? Saymak hoşuma gidiyor. Çoğu insandan daha destek…
Yine de herşey bir yana, eve girdiğimde kardeşimle koca koca sarıldım, derin derin kokladım. Çoğu şeyin dermanı gibi.. uzun zaman olmuştu. Kardeş de evlat gibidir. Sorumluluğunu sevdiğim bir yan…
Sıcağın artışı ve uykusuzluğun etkisiyle uyumuş kalmışım. Belki de en tatlı uykulardan…
Gün bir şekilde biter, bereketli bir iftarla ve akabinde sevdiğim bir caminin teravih namazıyla bitti. Madem topraklarımdan koptum, bunu kabullenip verimini yaşamam gerekir diye düşündüm. İstanbul’da da yapılabilecek en anlamlı şeyi yapayım dedim; çeşitli ve anlamlı ibadet yerlerinde, doyuma yollanmak.. ilk günden bunu sağlamak için bir çaba…
“İlk gün, yorgunum” deyip geri çekikebilirdim. Belki de hakkımdı. Ancak kendimi rahat bırakan bir yapım yok. Harekette de bir bereket vardır hem…
—–
28 Haziran 2016
Salı
İstanbul
Sıcak uyandırdı, sarsarak…
Camları açtım ve uzanmaya devam ettim. Sonra birkaç ses geldi. Şifa sesi…
Tek tük yağmur sesi. O an yattığım yerin huzurunu anlatamam. Gevşedim kaldım ama bir yandan da bir coşku sardı. Omuzumda, sırtımda yada başımda bir el “Şşş.. ben buradayım, yanındayım…” diyordu. Beni toparlaması ve içime serpmesi için topraklarımdan gelmiş gibiydi…
Serin bir gün başladı!
Şehre en hızlı adapte yollarını yıllardır yaşadığım için, uyguladım yine. En kalabalık pazarlardan birine gittim. Bir anda gerçeğin içindeyim. Yoğun, kalabalık, telaş, ihtiyaç, akıllı, muhtaç.. dahası…
Uzun süren bir dolantı sonrası, hem bedenen hem de zihinen yorgun bir halde vardım eve. Yağmur sonrası sıcak da üzerimizde…
Günde en az iki kez suyun altına girdiren bir bunaltının yaşandığı, bunun öyle muazzam bir iş gücü veya yorgunluk sonunda değil, olağan bir gün içinde gerçekleşiyor olması da, şehrin yaptırımlarından diyelim, tabii benim için…
—–
29 Haziran 2016
Çarşamba
İstanbul
Her sabah gibi, yine sıcak uyandırdı beni. Öperek uyandırmıyor elbet. İyice sersemleterek uyandırıyor…
Başlayan bu günü de, çivisinin çıktığını düşündüğüm İstanbul sokaklarında geçirecektim. İstanbul’a geldiğimde yaptığım bir rutin. Pek çok ihtiyacımı, uzun soluklu gezintilerle karşılıyorum. Gördüğüm, yaşadığım manzaralar da çivisi dediğim kısımlar işte. Mesela Ramazan ayını atlayarak geçmiş yerler gibi…
İster dağda olayım, ister şehirde; ben bu bedeni yormadan, “Tamam hakkını verdim!” demeden peşimi bırakmıyorum. Bugün de öyle oldu. Eve sağsalim ulaştığımı görmek iyi geldi. İhtiyaçalarımın bir kısmını temin etmek de…
Tüm bu kısıma baktığımda, şehir bir uğrak yer olarak katlanılabilir benim için. Herşeye olan ulaşılırlığıyla, asıl yaşamıma dönmem için süreci hızlandırabilir. Bunu kullanabilmek güzel. Bir günü de böyle, içimi biraz daha ferahlatacak düşünce ile bitiriyorken, iftar sonralarını da değerlendirdim. Kıymetli birkaç sevdiğim insanı, kısa olan sürecimin anlamına anlam katmasına olan desteklerinin önünü kesmedim. Bir de Ramazan’da İstanbul başka. Burada doğup büyüdüğüm için, bu huzuru sadece Ramazan’da yakalardım. Geceleri olan dinginlik…
—–
30 Haziran 2016
Perşembe
İstanbul
Anlık, sağnak yağan yağmurla uyandım. Harikaydı. Topraklarımı anımsatan o güzel ses…
Bir ferahlık geldi tabi. Hem cismime hem içime. Evden çıktığımda dinmişti. Kokusu az da olsa üzerindeydi. Gideceğim yere yollandım. Yolum bulutlarım gidişineydi sanırım. Yağmurla beraber gittim. Ohh…
Kilometrelerce yürüdüğüm ve hakkını verdiğim bir gün. Bugün tek değildim. İnsan insanı seyahatte daha iyi tanır derler. Bunu da ona uyarladık. Gezerken daha iyi tanınır dedik. Olduğumuz gibi…
Doğaçlama yaşanan anlardan oluşan bugün, tam bir tükenmişlikle sonlandı. Bazen abartıyorum…
İnsan iletişimlerinde samimiyet ve içtenlik önemli. Gerçek olan hissediliyor. Güven sağlayan da bu kısım…
Birkaç gündür uzun soluklu dolanmalarımın karşılığını iftar sofrasında tükettiğim sıvılarla karşılamaya çalıştım. Dediğim gibi, birşeylerin hakkını vermeyi seviyorum. Ancak bazen ucunu kaçırabiliyorum. Gençliğe olan güven diyelim ve dikkati daha da arttıralım en iyisi…
—–
1 Temmuz 2016
Cuma
İstanbul
Geceleri pek uyumuyorum. Sahura kadar biraz dinlenme sadece. Sabah da sıcağın sarsmasıyla uyanıyor olmak işte…
Erkek kalkıp, İzmir’e mecburi doğaçlama bilet bakmaya gittim. Arefe günü gözüken yola bir çaba işte.. buldum da…
Kısa süre de olsa, eve döndüğümde uzun süreli bir dağ çalışması yorgunluğu geldi. Değmedi tabi. Bedenimin hakkı bu değil. Ama bu yorgunluk da bedenen değil, zihinen.. tüm bedene etki eden…
Tabii ki, bir günü böyle bitirecek değildim. İlle de suyumu çıkaracağım. Büyük bir pazara doğru yollandım. Ev için ve dağda çalışmak için yıllardır pazardan alışveriş ederim. İşletme okumamın bunda büyük etkisi oldu. Sadece okumayıp yaşamamın daha çok. Ne derler: “Düşük fiyat, yüksek kalite!”
Birşeye hakettiğinden fazlasını veririm. Ancak bu şey, bir ustanın yılların birikimiyle hayata geçirdiği eser olmalı yada eşi olmamalı veya az olmalı. İkamesi olduğu sürece, seçenekleri gözden geçirmek akıllıca olmalı.
Şu da var! Devamlı bir kalitesizlik içinde tükenen ürünlerden ziyade, anneannemin geçmişten günümüze dillendirdiği akıllı alışveriş sözüyle ilerlemek bana hep daha akıllıca geldi: “Birşeyi alacaksam, bir kere alırım, tam alırım!”. Bir işi yaparken de öyledir. Bir işi ya tam yapar yada hiç yapmaz. Bu şekilde hanesinin bereketi de eksilmedi. Değer verdiklerimiz önemli. Neye hak ettiğinden fazla değer verirsen, senden o hızla uzaklaştığı hiç mi olmuyor? İsteğimiz sonsuz olsun. Sonlu olanlar birer araç. Tabii ki, yaşamımızı sürmemiz için gerekenler. Ancak kanaati unutunca, yeterlilik de ortadan kalkıyor…
Alacaklarımı aldım ve tüm yorgunluğun sırtımdaki gücüyle döndüm. Bir ara eve ulaşmak hayal gibi, sadece umut ettim. Sıcağın ve su kaybının etkisi yüksek…
Eve geldiğimde ilk işim, aldığım karpuzu çatlatmak oldu. Biran önce soğuma safhasına geçmeliydi. Sevdiğim gibiydi, gofret gibi.. gofret ısırığındaki sesi yaşatan…(Bu kavram bizimle literatüre geçebilir. İyi karpuz, gofret gibi olacak, et gibi değil. Bunları daha sonra detaylandırırım)
Önceki karpuzun da suyunu çıkarttım. Nasıl bir hararetle hareket ettiğimi düşünün işte. Soda ve karpuz karışımı…
İftara sağsalim ulaştık. Tek açtım. Annem gecikti. Diğerleri de çalışıyordu. Şehrin getirisi varsa böyle de götürüsü var işte. Kırsalda büyük ve kalabalık sofralar eksik olmazken, çalışmanın bir adabı varken, şehirde bunun imkanına pek ulaşamıyoruz. Çoğu zaman da bunu biz seçiyoruz. Uzak ve yalnız kalma istekleri(!)
Yaradan’a yakınlaşma günü bugün. Gecenin kadrini yaşamaya gittim sevdiğim camiye. Onca serinletecek araca rağmen, ibadet sırasında şıp şıp terledik. Binin üzerinde insanın toplanabileceği nadir çatı olunca(Bir cami), olağan durum. Bundan rahatsızlık duyulmaz elbet, bir araya gelmeyi sevene, işine bakana tabi…
Birleştiğimiz unsurları güçlendirmeliyiz. Unutmamak için, özü…
Sahura doğru yollanmıştım ki, biraz alıngan bir mesaj geldi. Benim sebep olduğum bir durum olması ihtimali bile bir endişe yarattı. Şehre düştüğümde kesilen sesime itafen bir sitemdi. Sadece şehirden de değil. İnsanları hayatları var. Yanımda değilken her an yanımda tutmak için bir çabayı engelleyecek düşünce yapısının da etkisi var. Mesela, zamanını almamak, bu zamanı daha anlamlı yaşamasının önüne geçmemek, bir iletişim aracına bağlamamak ve dahası ince düşünceler vardı. Ne gerek var öyle değil mi? Yaşa istediğin, içinden gelen gibi. Savunduğum bir yaklaşım. Yapıyorum elbet. Ancak her durum için bunu sağlamam, tüm geçmiş yaşantımın üzerine eklemelerimle olacak birşey. Bu durumu açıklıkla halledebiliriz ki, alınganlık yaşattığım kıymetli insan, samimiyetime güvenerek açık oldu. Sebebini sordu. Bu denli bir farkındalığım olmadığı için üzgündüm. Ancak açık yaklaşıma, gerçek yaklaşınca anlayışlı ortam sağlandı. Buna sevindim elbet ve anladım ki, bazen de çok düşünmek, düşüncesizliğe yol açıyor yada öyle bir algıya. Bu deneyimden sonra da diyebilirim ki, insan ilişkilerinizde açıklığa daha çok önem verin. Öyle haddinden fazla da tek başınıza düşünmeyin. Beraber düşünün. İletişim bunu gerektirir. Bunu daha iyi anladım ve tatlıya bağlanmasının huzurunu duydum…
—–
2 Temmuz 2016
Cumartesi
İstanbul
Güne ani kalkışla başladım. Bugün, uzun zamandır görmediğim dostumu görecektim. Askerlik vazifesi için İstanbul’da bulunduğundan, ben de kısa süreliğine gelince, imkan da olunca bir hasretlik dindirelim dedik. İyi de ettik. Çok da uzun sürmeyen yolculuk sonrasında koca koca sarıldık. Birkaç işimizi halledip vakit geçirecektik. Planı öyle yapmıştık. Plan mı?
Bir telefon geldi. İkimizin de ortak sevdiği kıymetli bir arkadaşımızın annesi Kadir gecesinde vefat etmişti. Bütün o planımız, heyecanımız durgunluğa ve düşüncelere itti bizi. Yollandık arkadaşımızın yanına. Evin dışında çökmüş, yaşlarını durduramıyordu. Sarıldık, uzun uzun.. sımsıkı.. biz buradayız…
Farkındalık dolu süreç başlamıştı her birimiz için. Uzun zamandır birbirimizi görmemiştik. Nasip işte, bizleri bir araya getiren olay…
Bir insanın acıyla dolan gözlerine nasıl dayanılır bilmiyorum. Sadece ortak olmayı yaşıyorum. Eş oluyorum ona. Ancak öyle anlamaya başlıyorum. İçine giriyorum, birlikte yaşıyoruz. Birimizin farkındalığıyla dizginleri ele almanın bir yolu bana göre.. öyle de oluyor…
Biz ona, onun yaşadıkları bize etki etti. Kaç gündür kafamda zerrelerin çözümüne rağmen kendimi çözümsüzlüğe ittiğimi gördüm. Tatlı canı bu kadar sıkmaya değer miydi? Böyle bir kaybı, alışkanlıkların ve anıların yokluğunu düşününce…
Bunları, bu denli derin yaşamamızın da nedenleri sıralanmıştır ardı ardına elbet. Hissedebildiklerim var!
-Kaybetmeden, kendime kaybetmişliği yaşattığım bu birkaç günde, gerçek kaybı görmem,
-Sanki garanti yaşayacakmış gibi olan uçsuz davranışlarımıza vurdumduymazlıklarımız,
-Her an hatırımızda taze tutmamız gereken en gerçek,
-Elindeyken, tüm imkanlarla yaşamak ve yaşatmak ve dahası…
Hala şaşkınım! Ne umduk, ne bulduk. Bulduğumuzun çıkarımlarına dikkat kesildiğimde ummamın pek bir etki alanında kalamadım. Şükür ki, farkındalık yaşatıldı. Duygusu yoğundu ama hak görülen bir yaşanmışlığın bizlere de nasibi vardı, nasiplendik…
Ayrıldık arkadaşımızın yanından. Kısa bir süre vakit geçirip, ayrılacaktık. Planlı giderken, doğaçlama gelişen süreçteki her an anlamlıydı. Ayak üstü paylaşımlar bunların içinde. Oldum olası bir yeri gezmek, yaşamak kadar zevk vermiyor. Bir insanı da yaşamak, yaşamının yanında ortak tutmak, pek çok anlamlı süreçlerin ötesinde bir anlam yaşatıyor. Öyle de oldu. Doğaçlanan bir günde, neler de sığdırdık dostumla…
Yine oldukça yorgun bir şekilde tuttum evin yolunu. Sağsalim gitmek ümidiyle atıyordum adımlarımı.. gittim de…
Bir gün, yoğun duygular ve etkili çıkarımlar. Herşey olduğu kadar. Yaşanılacağı kadar…
—–
3 Temmuz 2016
Pazar
İstanbul
Dünden gelen mesaj, bahçesindeki karayemiş ağacını deşirmemi isteyen sevdiğim bir akrabamdandı. Belediyeden araç istemiş, ancak belediye bunu sağlamamış. “Araç yoksa da Kamer var!” demişler. ☺ Hem Ramazan oluşu hem de havanın sıcaklığını göz önünde bulundurduğumda, söz vermedim. Gün içindeki halime göre birşeyler yaparız dedim…
Bugün havanın ara ara güneşli ve serin olmasını bir işaret kabullendim. Madem durum böyle, bisikletle yollanmak üzere hazırlanmaya başladım. Bisikletin tekerlerini şişirirken bir sorun yaşadım. Pompanın arızalanması üzerine fazla bir uğraş vermeye başladım. Bir anda niye böyle oldu diye düşünmeye başladım. Aklıma ise, gecikmemin yada bisikletle gitmememin gerektiğiyle ilgili bir düşünce geldi. Sakinleşip işimi görmeye devam ettim. Neyse ki hallettim ve yola koyuldum. Aklımda ise bu düşünce tabi. Uzunca bir bayırı hızlıca inecek bir yolum vardı. Ancak nasip işte, önüme büyük bir belediye aracı geldi. Yolun geçişlerini kapattı. O gittikçe ben de gittim. Aklımdaki düşünce de güçlendi. Hızlı gitmemem gerektiğini düşündüm. Belli bir hız seviyesinde gitmeye devam ettim. Vardır bir hayır, eminim. Birşeylerden korunduğumu varsayarak sakince ulaştım ağacın altına. Direk çıktım ve toplamaya başladım karayemişleri. Biraz terletti ama keyifle gördüm işimi. Yanlış değilsem türü de Promo Karayemişiydi. En erken değen karayemiş türü. Bir de yeyip tadına bakabilseydim…
İşimi hallettim. Elleriyle diktiği ağacından topladığım karayemişlere vesile olan Fatma teyzemizin canına ruhuna gitsin. Kısa da olsa akrabalarımı da ziyaret etmiş oldum. Biraz sohbetten sonra da yola koyuldum. Sağsalim eve geldim ama yoruldum tabi. Biraz da yorgunluktan mayıştım…
İftar için bir şerbet hazırladım. Bir de nefis bir börek. Sonra istirahat ettim. İftarda yaptığım şerbetle ilgili, ilginç bir süreç yaşadım. Bardağıma doldurduğumu dudağıma götürdüğümde az az içemedim hiçbir bardağı. Nasıl bir ihtiyaç hissederek yaptıysam, her bardağı dikleyerek içtim. Buna inanırım. İhtiyacım olanı yapmışım ve onu gidermeye çalışıyor güdülerim. Giderdim de.. harikaydı…
İftar sonrasında karayemişlerden getirdi akrabamız. O nasıl güzel bir tat! Ne anılara götürsü öyle, ne yaşanmışlıklara…
Bereketini hissettiğim bir karayemiş günüydü. Emeğin karşılığını tüketmek gibisi var mı hiç? Hele ki, yapılan bu ufak işin ardından gelen dualar…
—–
4 Temmuz 2016
Pazartesi
İstanbul
Tüm günü yolculuk psikolojisiyle geçirdim. Sereserpe yatarak…
Ben kurduğum düzeni, işleyişi bozma ihtimalinde bile böyle psikolojik olarak rahatlığımı kaybediyorum. Tabi yolculukların da sebep ve sonuçları var. Bunlar katlanılır kılıyor. Bir dağ yolculuğunu yada yayla yolculuğunu uzun soluklu yaşamaktan duyacağım heyecanın ve huzurun sonu gelmez sanırım. Şu an ki yolculuğum ise İzmir, Aydın ve Denizli’ye olacak. Yolculuğun asli nedeni, sevdiğim bir dostumun mürüvetini görmek, diğer nedenler ise birçok sevdiğimiz ve sevenimizi görmek, vakit geçirmek. Yine de dediğim gibi, ben bir düzen oturttuğumda içindeki belirsizliği de sevebiliyorum. Hatta tüm o insanları çatımın altında toplamaktan büyük de mutluluk duyarım. Ama gel gör ki, ben şu an için bunu bir belirsizlik olarak görüyorum. Pek içim rahat etmeden gidiyorum. Tek tesellim sevdiğim insanlar…
Öyle yada böyle, yolculuğa çıktık. Sonu hayır olsun ve sonunda topraklarıma sağsalim döneyim istiyorum.
Bayramın birinci gününden sevgi ve selam olsun..!