​Tek bir anlık ihmal, tüm anlara bedel olan bir güçsüzlüğü içine yerleştirebiliyor…

İşte, bu süreç başlangıcında pek anlamıyorsun belki ama, biraz ilerleyince anlıyorsun nedenleri, anlatılmak isteneni ve anlaman gerekeni. Benim için de öyle oldu. Gelişi güzel geçmedi; hiçbir an gibi; geldi, anlamını yaşattı ve gitti, yani gidiyor…

İlk sabah, vücudum onca çalışmanın yorgunluğundan kat kat bir yorgunlukla uyandı. Ne bir yemek isteği, ne de kalkmak. Bu bir sorun elbet, benim gibi yerinde duramayan biri için…

Damağımda ise tek beliren, canımın istediği haşlanmış yada fırında pişmiş patates. Ancak o halsizlikle vazgeçtim bile. Ne pişirmeye, ne de hazırlığına halim vardı.. hatta yemeye bile…

Tam olarak duruma hakim olmak için kalktım, şifa arayışında olduğum sıcak ve pamuk yatağımdan. Sabah sofrasına yollandım. Mutfağa girerken verdiğim selâmın akabinde anneannemin ilk dediği, “Fırında patates var, soğutmadan ye, hadi!”

Ne düşünürüm?

Yani ne hissederim?

O halde, içime ferah ve güven dolu hislerin boşaldığı bir kap mıydı üzerimdeki? Bu nasıl bir bağ.. nasıl gerçekleşiyor.. muazzam..!

Hayretler içinde, aramızdaki bağın verdiği güvenle yedim yiyeceklerimi. bu durumda güven hissi, iyi olacağına bir işarettir. O işaret geldi…

Bu bir Hak dokunuşu gibiydi.. gibiden de ileri…

İşte, bir erkeğin hayatında isteyeceği kadın. Ana, kardeş yada eş. El üstünden indirmeye müsade etmeyecek yoğun hisler yaşatan…

Bunu hissetmem bile, yaklaşık bir haftalık bu süreci yaşamama değerdi. Ancak bir daha yaşamak istemem…

Süreç uzun olunca, hal ve davranışlarımı biraz daha anlamlandırma fırsatım oldu, sakince…

Üzerime çok düşülmesi, beni gerginleştiriyordu. Kendi halimde kalmak istiyordum. Her an bana hastalıkla ilgili çözümler sunulması biraz darlattı. Tabi davranışlarımın da değiti. Mizacım kısmen sertleşti. Nedeni hayince yada gaddarca değildi. Aksine beni bu kadar düşünüp dert etmeleri, birinin hayatında bu denli yer edinmem; zaman zaman da olsa;  rahatsız ediyordu. Beni bu kadar düşünmeleri, kendilerine dert etmeleri, birine yük olma düşüncesi. Her ne kadar yük olmasam da, geçirdiğim yılların üzerime yerleştirdiği davranış bütününe engel olmuyorum. Gücüm oldukça kendim halletmeye çalışıyorum.

Bu davranışımı, istemsizce tetikleyen unsurlar var elbet. Şu günüme gelene kadar yaşadıklarım, çevremde yaşananlar, duyup gördüklerimden gelişen…

Mesela, insanlar arasındaki ilişkiler yolundayken birbirlerine yapılan fedakarlıklar, menfaatler uyuşmadığında, hırs alır gibi yüzüne vurulması…

Bunu ailemden yaşamasam da öyle örnekler gördüm, yani şahit oldum ki, akabinde edindiğim davranışlar herkese karşı aynılaştı. Bu bir kişilik unsuru oldu…

Bir toplumun içinde yaşıyoruz. Ben de yaşamımın pek çok ânında gözlemci olmuşumdur. İnsanları bu denli gaddar davranışlar içinde görünce, kendimi bu duruma düşürmeme iç güdüsüyle davranışlar edindim. Doğru mu, yanlış mı? Şunu düşünüyorum: “Bana sonradan yüzlenecek birşeye mahal vereceğerime, gücümün yetenini belki üst seviyesini de kendim yaparım, daha güvenli”

Fazla mı abartı?

Gerçekten uç seviyelere şahit oldum. İnsana nasıl bir kızgınlık geliyorsa, menfaatleri yerine gelmeyince, göz körleşiyor. Bir anda anasının evladına, kardeşin kardeşine, eşin eşine, yakın dostların birbirlerine saydığı, “Senin için bunları yapmıştım” lafları uçuşuyor, sanki kinli bir bakışla…

İnsan nasıl bu hale geliyor?

Bu halleri görüp, etkilenmemek elde mi?

Dillendirince sadece benim çevremde mi olmuş gibi geldi?

Hiç sanmıyorum. Eminim pek çoğumuzu çevresinde hatta yaşadığı hayatında başına gelmiştir. Bu söylediklerri sıradan bir insan yaşamının kısmi konuları…

Daha ilkokuldayken, yüzme yarışlarında bir annenin çocuğuna, “Bu kadar emek verdim, sonuç bu mu olacaktı” diye çıkışmasına etkilenmem garip mi? Anne ve çocuk arasındaki bu ilişkiye şu anda şaşırırım. Ancak o zamanlar, olabilir yaşanmışlıklar olarak görüp ona göre davranış belirleme zamanlarıydı. Bu ve nicesi olay, iç güdüsel davranışlara itti. Kötü bir yanını görmedim. Kimseden bir beklentimin olmamasının nesi kötü olabilir ki..?

İşte bahsettiğim bu olay ve dahasına olan bakışımda farkındalığımı arttıran bir de, o insanların yerine geçme hayal gücüm vardı. Yaşayan insanın yerine geçip, onun hislerine ortak oluyor gibiydim. Bu yaşımda bu his ve davranışım daha da güçlendi. Yazdığım hikayeleri yaşıyor olmam da, bana bir kanıt…

Ailemden olmasa da, özenle yaklaşıp, incitmemek için özen gösterdiğim bir insanın, istediği olmayınca, yani davranışım menfaatiyle örtüşmeyice, iletişimimiz bozulması ve akabinde bu bozukluğa sorumluluk kabul etmemek için kendince suçlayıcı bakışına maruz bırakarak bir kalıba koyulmam ve irtibatsız bırakılmam da etkilemez mi beni?

Etkiliyor tabi…

Sonra düşündüm. Bunların nedenini, bir insanın, bir başkasına yaptıklarını yüzleyecek psikolojinin nedenleri ne olabilir? Çokça…

Çok sevdiği için, acıyan canına eş etmek,

Acıyan canını dindirmek için etrafını yakmak,

Gönlünü ferahlatmak için, tüm sorumluluğu karşı tarafa yüklemek,

Bir insandan olan beklentisini karşılayamadığı için hayal kırıklığıyla kendini kaybedebilir.

Bir insandan beklenti!

Bir insandan..!

Mesele derinleşiyor. Bir insan kimden beklemeli, istemeli yada kime muhtaçtır mı?

Böyle sorunca cevap da bağrıyor aslında. Yaşarken pek anlaşılmıyor belki…

Anneannem 76 yılımı öyle bir yaşadı ki, O günlere giden gözlerine bakıp, az çok yaşıyor gibiyim. Onun yerinde gibi…

Aldığı darbeler nicesiyle, fedakarlıklar had safhada. Ancak kıymet bilmezlikler hala gün yüzünde. Bunlara onun tavrı ne peki?

Benden üç katı fazla yaşadığı bu yaşamda onun tavrı ne?

Yaptıklarının karşılığında bir beklentisi olmamasına rağmen, verilen değerin ve kıymetin görülmeyip, bir nevi çiğnenmesine önce üzülüyor. Sonra hemen ardından iç ferahlatıcı o düşünceyi dillendiriyor, daha küçücükken büyüklerinden işlenen o düşünce: “Allah biliyor ya…”

Bu cmlenin altında yatan nedir?

Altında hakiki insan davranışı var. Dünya üzerinde yapılan herşeyin, Allah’ın, yani yaratıcımızın, bize tüm imkanları sağlayıcımızın rızası için yapmak. O’ndan istemek, O’nun için hareket etmek. Bir insana yapılan herhangi birşeyin bile doğrudan Allah’la bağının olması. İnsanı, insandan gelecek her türlü olumsuz yansımaya rağmen güçlü tutacak olan da bu işte! Çünkü bir insan, seni karşılıksız bırakır. Seni karşılıksız bırakmayacak olan ise, Hakikattir…

İşte, inanan insanların nasıl daha güçlü olduklarının asli hakikati…

Diğer yandan, bir insanın devamlı iyi ve doğru davranmaya olan çabasının yanında aksi, yani karşıdaki insanın menfaatine uymayan bir davranışla tüm geçmiş yanlarını silip, seni algıladığı o son olumsuz algıyla bütünleştirmesinde de nefsani bir yön var. Karşılıklı menfaat. Birbirinden isteme ve isteklere karşılık bulamama. Akabinde kopan bağlar…

Birbirini algılama ve anlama hususunda sorun yaşayan insanlar ne yapmalı peki?

Nasıl davranmalı?

Sakince düşündüğümde aklıma tek gelen, Allah rızası. Zannımca iletişim kuran insanların birbirine faydası olmalı ve birbirini Allah yoluna sokmalı. Aksi duruma sebep veren insan ise, hayattan çıkmalı. Bazen bizler nefsani unsurlarla çıkaramasak da, öyle vesileler geliyor ki, yollar ayrılıyor. Bu da, bir dokunuş gibi geliyor. Seni yolunda isteyenin dokunuşu. Seni ve karşındakini korur ve yoluna, farklı yollarla çeker. Herkes birbiri için değildir. Herkesin insanı başkadır…

Hiçbir ilişkide tarafları suçlayarak varılmak istenen sonuç olamaz. Ortada yanlış varsa, buna birlikte neden olmuşuzdur. Yanlış direk olarak senden kaynaklanmadıysa, buna neden olacak ortamı sağlamış olabilirsin. Bunun en hızlı farkına varma yolun da, en hızlı şekilde sakinleşmek. Çözümsüzse yada çözmek gelmiyorsa içinden, geri çekilmek, kalıcı zararlardan koruyabilir tarafları. Herkesin kendi yoluna gitme vaktidir…

İnsanlar ilişkilerinde kendi olmaktan taviz vermemeli. Birbirlerine uygun olup olmadıkları tam da bu sayede anlaşılır. Rolle, istenen verildikçe yaşanır kılınan bir ilişkide gerçeklik ne kadar yüksek olur?

Her insan, birbiri için değildir. Her insanın  insanı, insanları vardır, kendi olarak uyum sağladığı.

Toplumu oluşturabiliriz. Ancak yanyana değil de, uzaktan birbirimize daha yakın olabilir ve fayda sağlayabiliriz.

Bu anlayışla, iletişimi tadında bırakıp, birbirini suçlar davranışten uzak durarak yollarımızda, bizlere uygun ve birlikte daha verimli süreçler yaşayabileceğimiz insanlarla bir olmak dahay hayırlıdır diye düşünüyorum…

Bu hastalık süreci, dahası düşünceye vesile oldu elbet.

 En önemlisi de, ‘Sağlık olsun da, çalışayım’dı. Anneannemin evvelden beri dilinden düşürmediği, “Sağlığım olsun da, çalışayım”. Vücudumdaki o bitkinliği tadışımda hep bunu dedim.

20 günü aşkın yoğun çalışma döneminde bu kadar bitkin hissetmemiştim. Ama hissetmemin de hayatımın geri kalanında söz sahibi olacak düşünceleri verdiğini göz önünde bulundurduğumda katlanılırdı, katlanıldı da…

Son olarak şunu da söyleyeyim…

Bir sorunu yaşadıktan sonra çözmek yerine, biraz daha çabayla o soruna düşmeden önünü kesmekte fayda görüyorum. Tabii ki, yaşananların önüne geçemeyiz. Ancak yaşananların çoğu, yaptıklarımız yada yapmadıklarımızın sonucu.

Sadece terliyken birkaç kez rüzgara kapılmam ve bunu öenmesemem sonucunda bir haftayı etkili bir güçsüzlükle geçirdim. Koca bir ders var ve umarım almışımdır…

Hani demiştim ya, “İnsanlar arası ilişki fayda sağlamalı” diye, bu yazdıklarım da iletişimime ortak olan herkese, bir faydası olabilir diye.

Sağladığım her fayda yada ufak bir bakış, yaşadığım topluma, yaşadığım çevreye etki edecektir ve nasipse gelecek olan nesillere de değecektir.

Geçen bu süreçten şimdilik bu kadar.

Hadi sevgiyle kalın..!