Çiçekleri severim.. görünümlerini, kokularını; varlıklarını…
Daha sevdiğim bir kısım var ki, bu yaşamımda en zevkli yanlardan biridir: “Oksijen”
Yıllarca kokladım. İçinde ne olduğunu çoğunlukla bilmeden. Sadece güzel yada kötü diyebiliyordum. Bilgin yoksa kısıtın vardır. Sınırsızlığın, bildiğin kadardır…
Sonra bazı vesilelerle bir yaşama denk geldim. O yaşamın içinde boyut değiştiren süreçlerle karşılaştım. Birisi de tatmak ve koklamaktı…
Hislerimi anlamlandırdıktan ve bilgimde arttıktan sonra, önüme gelen herşeyi koklamaya ve tatmaya başladım. Bir zamanlar ağacın içindeki suyu bile emerdim. Hala daha kestiğim zaman bir parçasını ağzımda çiğnerim, özünü hissetmek için…
Koku ve tat duyularım çeşit arttıkça güçlendi. Bilmeye ve algılamaya başladı. Öyle oldu ki, dilimde tattığımı burnumla tanıyabiliyordum. Bu sınırsız bilgi havuzuna dalmıştım ama daha çok azıyla haşır neşirdim. Her ne kadar fazla olsa da…
Geçtiğimiz günlerde dağa çıkarken bir koku sardı beni. Öyle tanıdıktı ki, etrafımı izledim. İzledim ve kokuyu nerden tanıdığımı hatırladım. Çürüyen kızılağaç yapraklarıydı…
Bulunduğumuz mevsimde birkaç çiçek var. Aldığım oksijenin aromasında yer alan. Malta Eriği(Yeni Dünya) ağacının çiçeği. Kokladığım ilk gün mest olmuştum. Karakteristik bir kokusu vardı. Ayırt edememem imkansız gibiydi. Öyle de oldu. Şu sıra aldığım oksijende çokça rastlıyorum ve hemen etrafımı izliyorum ve ağacı da buluyorum. Sonra daha derin alıyorum nefesimi. Tadına doya doya. Damağa yayar gibi. Nasıl tarif etsem ki.. muazzam bir his…
İşte yaşadığımı tanımlayabilme imkanını bulduğumdan beri daha anlamlı yaşıyorum. Hissederek ve bilerek…
Ne yaşadığınızı bilmek için öğrenmelisiniz. Öğrenmek için de bir an önce çevrenize dokunun!
Tüm duyularınızla dokunun..!