İnsan, tanımadığına karşı tedirgindir, belki korkar, çokça da güvensiz olabilir…
Kırsal yaşamın bir köşesinde yaşamaya başladığımdan beri, o güveni sağlamam gerektiğini düşünmedim, hissettim. Nerde ve nasıl hissettim bilmiyorum. Hayat bir bütündür diyorum o yüzden. Bir yerinde hissedip, bunun üzerine gitmeye başladım…
Ne yaptım peki?
En başta tanımaya başladım. Tanımamı güdüleyecek merağı da körükledim durdum…
Kokladım.. çokça, derin derin…
Dokundum; avucumla, ayağımla, dudağımla.. o an denk gelen uzuvlarımla…
Tattım; yaprağı, ağacı, toprağı, otu, çiçeği, yenilebilen hemen herşey.. hala daha merakla devam ederek…
Duydum; en ufak bir çalı sesini, yanan ateşteki odunun çıtlayışını, rüzgarın çarpışını, suyun akışını, bilmediğim onlarca çeşit kuşu, böceği, sineği, arıyı.. denk geldiğim tüm canlıları ve cansızları…
Bunlar hala çabam dahilinde gerçekleşmekte ve büyük bir kudretin şahitliğini edinmekte. Hergün başarısız sonuçlansa da yapmaya devam ettiğim ve ucundan da olsa yapılabilirliğini görmemin keyfini sürdüğüm günlerden birindeyim…
Kuşlar çokça varlar etrafımda. Ancak ben bir iki tanesi dışında hiçbirini tanımıyorum. Bunun sebebi onlara dokunmamamız gerektiği düşüncesi aşılanmasından ve nasıl dokunulacağı bilgisinden mahrum büyümemizden kaynaklı olduğuna inanıyorum. Bizleri topraktan ayırdıklarında, tüm geçmiş deneyim ve tecrübeleri de silmeye, yok etmeye çalıştılar. Çalışmasalar da, daha rahat daha mülklü hayatlarda bizler unuttuk. Unuttuk aktarmamız gerekenleri, ne gerek var diyerek. Kimin ne işine yarar bundan sonra diyerek…
Evet!
Ne işime yarayacak benim o kuşa dokunmam?
Karnım mı doyacak, para mı kazandıracak, mükafat mı verecek?
Cevabım hazır elbet. Öyle yüzeyselleştik ki, detaylarda boğulmaktan korktuk. Aslında direkt olarak korkmadık. Bilmediğimizden korktuk…
Bir Espenar kurdum. Espenarın yöremde ne için dillendirildiğini öğrenince kurdun. Espenar yöremde, kuş kapanına veriken isim olduğunu öğrendim. Atalarım buna bir isim vermiş. Çokça da yöntem geliştirmiş. Kuşlarla yakın bağları bu sayede kurarlarmış…
Sonra çok basit bir espenar kurmayı öğrendim. Geliştirilebilir elbet. Büyük bir elek ve bir odun parçasıyla kurdum. Altına da kuşun gelebileceği bakliyatlardan koydum. Bulgur, kırmızı mercimek, mısır unu…
İlk gün denememde, kuşların havanın durumuna göre dolaşımını öğrendim. Sabah ve akşam saatlerinde kurduğum bölgeye geliyorlardı. Hava eğer yağışlı değilse. Akşam üstü de ezana yakın geliyorlardı. Beslenme vakitleri. Akşam üstü bir tane geldi. Avucumu doldururdu. Nasıl heyecanlandım anlatamam. Nefes nefeseyim. Kuş benden daha heyecansızdır herhalde. Nefesimi derin derin alıyordum. Ona dokunacaktım. Eleğin altına elimi soktum. Bir iki elim değse de yakalayamadım. Heyecanıma yenik düştüm. Eleği fazla kaldırmışım ve hemen yanından uçtu gitti. Arkasına da baktı geliyormuyum diye. Korkmuştu. Ama ona dokunmamın ve onu tanımamın, bağ kurmamın yolu buydu…
İkinci gün yine kurdum. Gelmez diye düşündüm. Öğlen vakitleriydi. Akşam vaktinde gelir diye düşünürken kar yağışı vardı ve kuşlar yoğun bir şekilde uçuyor, konuyorlardı etrafa. O zaman anladım ki, yağış varken uzağa gitmiyor, yakında yemleniyorlar. Bir ders daha derken, bir kuş geldi eleğin üstüne kondu. Sonra atladı ve içine girdi. İpi kuvvetle çektik ve kuş kafeste. Koşarak gittim yanına. Tanımadığım bir kuş. Küçük birşeydi. İlk gün yaptığım hatayı yapamazdım. Daha tedbirli ve sakince elimi soktum ve kuşu yakaladım. Küçücük beden. Avucumda inip kalkıyor. Kaçmaya çalışıyor. Ayaklarıyla itiyor kendini ama nafile. Sağlam yakaladım. Sakinleşince o da sakinleşti. İncelemeye ve sevmeye başladım. İsmi de Espeniça’ymış.
Bir tür serçeymiş. Korkudan elime sıçtı. Beklediğim birşeydi. Normal karşıladım. Diğer elime alıp öbürünü yıkadım. Sonra biraz daha sakinleşti ve iki avucum arasında başını sevmeye başladım. Uzun süre sevdim. Bir baktım ki gözlerini kapamış, gerginliğini dindirmişti. Başı yana doğru düştü ve sevilmenin keyfini çıkarıyordu. Çok başka bir andı; tatlı, samimi ve sevgi dolu.. en çok da güven…
Gözünü açtığında onu salmaya karar verdim ve başını koklayarak öptüm. Kokusunu biliyorum artık. O da benimkini. Avucumu açınca bir anda pırrr..!
Başladım tekrar kurduğum espenarın başında beklemeye ve bir kuş daha. Bunu tanıyordum.
Kinaliça!
Kızıl Gerdan’da derler. Çok sevimlidir.
Aynı şekilde aldım elime. Tabii ki o da dışkısından bir parça bıraktı. Alıştık artık…
Bu daha sakindi. Ani tepkileri vardı ama daha başkaydı işte. Bir ara avucumdayken öttü. O an gözlerim doldu. Bu anı yaşattığı için tabii ki şükrediyorum…
Onunla da harika bir vakit geçirdim ve saldım, öpüp koklayarak…
Tekrar kurdum ama başında pek durmadım espenarın. Daha da yakalayamadım bu yüzden…
Ancak yaşadığım bu gün de, iki cana dokundum. İki kalp atışına, iki sıcaklığa ve iki kokuya şahit oldum. İki canlıyı tanıdım. İsimlerini ve şekillerini öğrendim. Ama bu sadece yüzeysel. Dahası da var…
Hissettiklerim yaratılıştandı. Varlık hissettim. Bana dokundular. Ben de onlara…
Yakından baktım. Gözlerine, muazzam yaratılmış tüylerine. Bana bakıyordu. Beni inceliyordu. Elbette düşünemezdi ama acaba güdüleri ne söylüyordu. O güzel tüyleri, rengi.. birlikte yaşadığımız o süreç bana yaratılışı hatırlattı. Onu yaratan, Yaradan’ı. En çok da o yüzden sevdim onu. Sevmemek elde mi..?
Ne gerek vardı değil mi? Kuşu niye korkuttum?
Bana, onu yaratanı hatırlattı, daha ne olsun? Hatırlayamadığımız, kör bir şekilde dolandığımız, “Bilmediğimi, inanmadığımı nerden biliyorsun?” diyerek içimizi huzurlu kılamasak da, insanların bakışlarını kendimizden çevirmek için uyduruktan konuştuğumuz ve çokça da farkındalığımızı dindirdiğimiz davranışlarımız var. Bundan sıyrılmak için adımlar atıyorum. Çabalıyorum. Bu da bir çaba. Bana O’nu hatırlatan herşey bir vesiledir. Korkuysa korkalım. Ben korkunca da hatırlıyorum. Sevince de, üzülünce de, heyecanlanınca da O’nu hatırlıyorum. Bana bu hissetmeyi sağlayan Yaradan’ı…
Bu iki kuş da öyle yaptı. Bana hatırlattı. Pek çok şeyi…
Mutluyum. Ne diyeyin. Deneyimledim ve tanıdım. Güveniyorum ve tedirgin değilim. Hislerimle hareket ettim ve hareketimin tadını çıkardım…