Bir Kırsal Adam ve Gezgin Kadın Hikayesi
2. Bölüm: “Artan Gizem”
Hava kararmak üzereydi, Adam içinde artık eve dönme vakti gelmişti. Malzemelerini toplayıp eve doğru yola çıktı. Yol boyunca aklında cevapsız kalan soruları yanıtlamaya çalışsa da, bu boşa çabadan öteye gidemedi. Hayal olduğuna kendini ikna edip unutmak istiyordu. Bir ihtimal de, gerçekten yaşandıysa bu olaylar, sadece iyi olmalarını ve sağ salim gidecekleri yere varmış olmalarını diliyordu…
Adam, aklındaki düşüncelerle eve yaklaşmış ve tam da bunların bir hayal olduğu fikrine kendini alıştırmışken, kapıdan girer girmez gördükleriyle tüm o düşünceler yerini gerçekliğe bıraktı. Kadın ve Çocuk buradaydı. Kendi evinde…
Anneannesi onu görür görmez: “Gel oğlum bak misafirlerimiz var” diyerek kapıda donakalmış olan Adamı, kolundan tutarak odanın ortasına çekiştirdi. Adam şaşkın şaşkın misafirlere bakarken, Çocuk yerinden kalkıp, koşarak bacaklarına sarıldı. Adam anneannesiyle göz göze geldi. Gülümsüyordu. “Burada neler oluyor” diye bağırası geldi ama dudakları oynarken birşey hissetmiyordu. geçiştirmek amaçlı sadece “Hoş geldiniz” cümlesi çıkabilmişti. Çocuk nihayet sarılmayı bırakınca diz çöküp göz hizasına indi, yanaklarını okşayıp öptü.
“İyi misin?” diye sordu.
Cevap alamadı. Sıcaktan kızarmış yanaklarında belli belirsiz bir gülümseme gördü sadece.
Anneanne, “Hadi sen elini yüzünü yıka gel, sofra kuracağım.” deyince kendine gelmek için bulduğu bu fırsatı değerlendirmek üzere içeriye gitti. Gerçi gitmeden önce göz ucuyla anneannesini de çağırmak istediyse de, o yemek hazırlama telaşıyla bu çağrının farkında bile olmadı. Elini yüzünü alelacele yıkayıp üzerini değiştirdikten sonra, bu garip gelen duruma ortak olmaya gitti.
Kadına dönüp:
“İyi misiniz” diye sordu. Nefesini duymuştu ama sesini ilk kez duyuyordu.
“Allah senden razı olsun, sen kurtardın beni, bizi…”
Tam neden habersizce gittiklerini soracaktı ki anneannenin “Hadi sofraya…” diye seslenişiyle yarım kaldı sözü. Küçük çocuk annesinin gözlerinden onayı alıp usulca sofraya oturdu. Sonra Kadın ve en son ev sahipleri oturdu sofraya. Adamın aklındaki sorular beynini kemirip dururken, üstelikte daha kim olduklarını bilmediği misafirleriyle yemek yemeye oturmuştu bile. Besmelesini çekip başladı yemeye. Kendini o kadar yorgun hissediyordu ki ve o kadar doluydu ki kafası, yediğinden içtiğinden tat almayacakken, aksine aldığı ilk kaşıkla hem tadını damağıma yaydı hem de sakinleşti. Sanki evlerinde sıradan bir günde akşam yemeğine oturmuş gibi hissetmeye başladı. Ara ara aldığı tatlardan, uzunca kapattığı gözleri diğer kalan zamanlarında hem çocuğu, hem kadını, hem de anneannesinin yüzünde bir işaret arayarak geçti.
Çocuk arada tebessümle annesiyle uğraşıyor, Anneannenin sevişlerine de tebessümle karşılık veriyordu. Sadece yemek kaşığı ağzına girerken konsantre bir yüz takınıyordu…
Kadın ise çoğunlukla çocuğuyla ilgileniyordu. Ara ara kaçamak gözleri Adam’a değiyordu. Bir cevap aradığını biliyordu ama lafını etmiyordu.
Gizem hoşuna mı gidiyordu?
Yok canım ne alaka…
Anneanne ise çoğunlukla onlarla ilgileniyordu ve herhangi bir soru sormuyordu. Muhtemelen geldiklerinde anlattılar diye düşündü Adam. Arada da yemekleri söylüyordu “Şunu ye, bunu ye…” diye…
Yemeklerini Adam dolduruyordu tabaklarına. Hem misafirleri kaldırmak istemiyordu, hem de anneannesinin gün içindeki yorgunluğunu tahmin ettiğinden, bari bunun için yorulmasın diye yardımcı olmak niyetindeydi. Kadın çocuğun yemeğini yedirmiş, ilgisini çocuğun üzerinden çekmeden kendi tabağını da bitirmişti.
Adam boş tabağı almak için uzanınca, Kadın’da gayri ihtiyari tabağına hamle yaptı. Zahmet vermek istemiyordu. Aynı anda yaptıkları ani hareketle Adam’ın eli, Kadın’ın tabağı tutan elinin üzerine dokundu. Sıcaktı. Onu bulduğunda da eline vuran sıcaklığı hissetmişti. İrkildi ve elini hafifçe uzaklaştırıp Kadın’a baktı. Bazen böyle ani ve belki kaba sayılacak hareketleri oluyordu. Uzun uzadıya işleri sevmezdi. Tez canlı ve yapılacaksa hemen yapılsın düşüncesini sağlam bir şekilde yaşıyordu. Uzun süreli tabiat tecrübesi sebebiyle fazla olduğu gibiydi…
“Verin ben koyayım” dedi karmaşık düşüncelerinin sebep olduğu çok da samimi olamayacak tebessümle. Müsaade etti Kadın. Dalgın bir halde tabağı doldurup Kadın’ın önüne koydu.
“Çok oldu” diye kibarca bir tepki verdi Kadın.
“Sorun değil, siz yeyin, yemediğinizi ben yerim…” dedi ve yedi de…
Yemek yendikten sonra, gelişen olaylara dair zerre konu açılmayan sofradan kalkmışlardı. Adam hızlıca sofrayı toparlamış ve bulaşıkları yıkamıştı. Misafirleri ve anneannesini içeriye yolladı. Kadın’la Çocuk, kuzinenin üzerindeki kazanda su ısınmışken yıkansınlar diye de tembihledi Anneanne’sine. Yanlarında ne çanta, ne de giysileri vardı. Ama işin garibi üzerlerine giyebileceklerini düşündüğü giysiler birer parça da olsa Adam’da mevcuttu…
Bir hafta evveliydi… Yaylada sevdiği,saydığı bir büyüğünün yanına ziyarete gitmişti, giderken de ihtiyacı olan birkaç parça alet ve eşya götürmüştü sırtındaki çantayla, Yayladaki Adam’a. Sohbet esnasında Yayladaki Adam, kurt peşine düştüğü ve birkaç gün sonra geri döndüğünde evinin yakınında bulduğu bir çantayı gösterdi İçinde birkaç parça giysi vardı ama etrafta yabancı kimse görmediği için ve bu mevsimde buralara kimsenin de gelmeyeceğini düşündüğü için, sahipsiz olduğunu düşünmüştü. O biraz daha kalacaktı yaylada. Kurt izine giderdi çokça. Severdi iz’lemeyi…
“Bunlar sahipsiz kaldı. İhtiyacı olan birine verirsin” demişti. İçinde sadece birkaç parça giysiden başka şahsi bir eşya yoktu. O yüzden de pek önemsememişlerdi. Adam, eve dönünce giysileri yıkamış katlamış ve “Bir ara şehre inince birine veririm” düşüncesiyle bir kenara kaldırmıştı. Şimdi misafirlerin şanslarına, üzerlerine olur diyerek kuzinenin yandığı odaya koyduğu giysileri anneannesine verip, bunları giyerler diye tembihlemişti.
Adam mutfakta şöminenin başında bugün olanları düşünürken, aklanmış paklanmış misafirleri yanına geldiler. Onları gülümseyerek karşıladı. Kadın’ın üzerindeki kıyafetlerin kol boyu kısa kalmış, sürekli çekiştirip duruyordu. Adam davet etmese ayakta dikilmeye devam edecekti Kadın. Çocuk çoktan Adam’ın kucağında yer almıştı. O sırada arka odadan Anneanne’nin sesi duyuldu:
“Çay ver evladım misafirlere, ben yatakları yapıp geliyorum.”
Nihayet yalnız kalabilmişlerdi.
“Ben çay doldurayım” dedi Adam ayağa kalkarken, tüm ciğerlerindeki havayı boşaltışını sözlere pay ederek…
“Zahmet olmazsa…”
“Ne zahmeti..? Bir bardak suyun dahi, niyeti halis olduktan sonra, zahmet ortadan toz oluyor, gidiyor.. geriye ise rahmet geliyor…” diyerek çayları doldurdu ve uzattı. Aklındaki soruları sormanın tam vaktiydi.
“Siz…” diye söze başlayacak oldu, Kadın gözleriyle çocuğu işaret ederek Adam’ı susturdu.
“Daha sonra…” diye fısıldarken, “Şeker de alabilir miyim? diye de ekledi sesindeki gizi yok ederek…
“Elbette…” dedi Adam. Herkesi kendi gibi sanmak, arada gelir içine. Yapmadığı şeyi, kimse yapmaz gibi düşünür.. belki de düşünmek güç verir. Ortak paydaları çoğaltmanın verdiği güçten…
Adam daha ikinci bardakları dolduruyordu ki, ufaklığın uykuya daldığını gördü.
“Ben onu odaya taşıyayım, rahat uyusun” diyerek, çocuğu kucakladı. Tam o sırada yatakları hazırlama işini bitirmiş olan Anneanne’sine dönerek:
“Anneanne! Sen biraz yanında kalsana, uyanırsa korkmasın çocuk…”
Maksadı Kadın’la baş başa kalıp, fazlasıyla geciken konuşmayı yapabilmekti. Hızla mutfağa geri döndü. Kadın çay içtiği bardağı yıkıyordu. Bardakları yıkarken kollarını sıyırmasına gerek bile kalmamıştı, elbisenin kol boyları kısa gelmişti. Dalıp gitmişti Adam, Kadın’ı izlerken.
“Siz mi yıkadınız bunları” diye sordu Kadın, gözlerini Adam’ın gözlerine kenetleyerek. Tebessümle bakıyordu gözleri. Alelade bir soru olmadığını anladı Adam ama yaptığı işe itafen olacağını düşünerek, “Bardakları mı?” diye sordu.
“Hayır..!” dedi gözlerini kollarındaki kısalığa yönelterek, tebessümle…
“Evet! Ben yıkadım” dedi ve eline nasıl ulaştıklarını anlattı. Yıkarken dalgın bir gününde olduğunu ve suyun sıcaklığını kaçırdığını ekledi. Bu yüzden biraz çekmişti elbise…
“Bu giysiler bizim” dedi Kadın, hiç de şaşkın olmayan bir ifadeyle, Adam’ı şaşırtmaya devam etmek ister bir sima ile…