Tüm duyularını kullanabildiğin bir hayatı hisset!

Mavi Salıncak

“Hadi! Beni sallasana!” diye seslendi Kadın heyecanla ve ekledi, heycanını boğazında düğüm yapan kelimeyi; “Sonkez…””

Adam, bu boş salıncağa bakarken dolan gözlerini silmeyi de bırakmıştı artık. Sızıyordu usul usul. Dinmesini de beklemiyordu. Bırakmıştı, üzerine tek tük düşen damlaları…
Daha dün!
Dün o salıncakta sıcak bir beden vardı. Karşıdan esen rüzgarla da gelen kokusu. Şimdi rüzgar sadece rüzgardı. Arasında bir esans yoktu…
Elinden birşey gelemezdi ki Adam’ın. Gelemezdi Kadın’ın da. Veren alırdı bu topraklarda yaşayan insanın düşünce özünde. Veren alırsa, bize sadece usul usul özlem kalırdı…
Haykırsa ne olurdu ki?
Yakışmazdı zaten. Karadeniz Adamı, hırçın olsa da, hakikati kabullenmesini bilir, uysallaşırdı da, herşeyin sahibinin yanında…
Adam’la Kadın, bu yaylanın eski toprağıydı. Yaşları aynıydı. Adam komşu kızını almıştı. Komşu kızı da Adam’a yanmıştı. Al al yanaklarından öptüğü hergün, Adam’a ilk günkü gibi taze duyguları yaşatırdı, tabi Kadın’a da…
Yıllarını birlik içinde, çalışıp çabalayarak ve en çok da bu dağların getirisiyle geçirmişler. Hayvanları, ekinleri, komşuları, yavruları derken, yıllar göz açıp kapama tabirini hiç yanıltmadan gelmiş geçmiş…
O gün Kadın, aheste bir şekilde hareket ediyor ama bir o kadar da iş yapıyordu. Bir sürü yemek hazırlıyor kenara koyuyordu. Dağınıklıkları toparlıyor, bahçesini düzenliyordu. Yaptığı işler hep bir hazırlığı andırıyordu. Bakır bir tasın içine lahana koydu, mısır ekmeğini de içine ufaladı evinin kapısında kurduğu sinide yemeye duracakken bir çocuk geçiyordu önünden ve seslendi ona;
“Ulaa! Uzun saçli! Gel bakayim buraya!”
Çocuk tebessümle yaklaştı Kadın’a ve selam verdi. Kadın işaret etmesiyle de oturdu yanındaki iskemleye. Başladı sormaya “Kimsun, nesun, niye geldun” diye. Çocuk da anlatmış, sevdiği toprakları gezdiğini ve insanlarını tanımak istediğini. Konu konuyu açmış Kadın da pek sevmiş çocuğu. O sırada da, önüne koyduğu yemek dolu tası çocuğun önüne koymuş onun yemesini izliyordu. Çocuk nasıl bir lezzet almışsa şapur şupur yiyordu. Kadın da tebessümle izliyordu. Çocuk öyle memnundu ki, ancak artık devam etmesi gerekiyordu. Gideceği yerler çoktu.

Kadın’la içten bir vedalaşma yaşadılar ve yoluna koyuldu. Kadın ise dingin bir tebessünle ardından bakakaldı derken Adam dost meclisinden ayrılmış Kadın’ın yanına gelmişti. Görünce seslendi:
“Adam! Gel da bi salıncağa gidelum. Az yürümüş oluruz bana da iyi gelir”
“Uyy ne oldi? Kendini uşak mi sandun?” diye takılsa da girdi koluna yollandılar salıncağa.
.
.
Kadın çocukla konuşurken bir sözü onun içindekileri canlandırmıştı; “Bu yolculuğa çıkmak benim için zor oldu. İçimden çok geliyordu ama bir sürü neden sunuyordum kendime ve geri duruyordum. Ancak içimden gelenin bir anlamı olmalıydı ve hiçbir neden buna engel olacak değerde değildi. Bir cesaretle yola koyuldum ve aylardır yoldayım. Bu sayede seni de tanıdım ve elinin lezzetini tattım. Emin ol, ne bu tadı ne de gülerken parlayan o kırmızı yanaklarımı unutmayacağım teyzeciğim”
.
.
Bir an içinden gelmişti Kadın’ın da. Eskiden giderdi Adam’la ve hep sallatırdı kendini ama usul usul. Okşamaya benzerdi sallayışı da. Sallanırken rüzgar okşardı, havadaki kokular okşardı Kadın’ı. Yine içinden gelmişti ve bu sefer nedenlerle ertelemedi…
Kadın’ı oturttu Adam da biraz uzakta taşın üzerinde oturmuş onu izliyordu arkasından. Kadın ise etrafı kokluyor, izliyor, içinde derin bir yer ediyordu ve Adam’a seslendi:
“Hadi! Beni sallasana!” diye seslendi Kadın heyecanla ve ekledi, heycanını boğazında düğüm yapan kelimeyi:
“Sonkez…””
Adam’a o söz, o anda tesir etmedi tam anlamıyla. “Yaşlı başlı insanlarız elbette bir daha gelmeyiz diye demiştir” diye düşünde de, içinde bir ufak cızırtı olmadı da değildi. Bir süre salladı Kadın’ı. Sonra ne ses çıkmaya başladı ne de bir hareket vardı. Adam usul usul sallıyordu ancak sanki cansız bir şey gidip geliyordu. Durdurdu ve ömüne geçti. Gözleri kapalı, başı hafif düşmüş, elleri ise sımsıkı sarmıştı ipleri. Adam yaklaştı. Ne nefes alıyordu ne de hareket ediyordu. İşte tam da o andan sonra vakit nasıl geçti, ertesi gün aynı vakte geldi anlamadı Adam. Yine aynı yerde oturmuş, salıncağı izliyordu. Bu boş salıncağa bakarken dolan gözlerini silmeyi de bırakmıştı artık. Sızıyordu usul usul. Dinmesini de beklemiyordu. Bırakmıştı, üzerine tek tük düşen damlaları…
Yoluna yoldaş olanı, emanet sahibine teslim etmişti. Son kez, bu salıncakta sallanırken…
Bir anda Adam’ın sağ omuzundan bir el tuttu. Adam halini bozamadı. Selam verdi ve önüne geçip diz çöktü, simasında içi acısa da bir tebessüm, “Demek al yanaklı teyzem en son beni yedirdi he.. ona çok dua etmiştim daima huzuru bulsun diye. Demek huzurunu buldu be amcam…” diye seslendi çocuk ve Adam’ın ıslanmış dizine başını koydu.
Adam yaşlarını sildi. Sağ elini uzun saçlarında hafif gezdirdi ve seslendi: “Demek o içten çocuk sensin. Salıncakta sallarken en son senden bahsetmişti. Pek de sevmişti seni. Ne iyi etmişsin de gelmişsin, ona da denk gelmişsin” diye iç çekti konuşurken.
Adam’la çocuk uzun uzun sohbet ettiler o salıncağın biraz uzağındaki taşın üzerinde otururken. Çocuk da aşağı köyde konaklayacakken haberini almış ve geri dönmüş. Böylelikle de Adam’ı tanımış. Kimseleri de yokmuş. Adam artık tek kalmış. Çocuk da sonraki iki sene ara ara yanına uğramış yayla zamanı yaylaya, köye indiğinde köye. İki sene sonra Adam da vefat etmiş. Vefat etmeden birkaç gün önce de çocuğa bir zarf yollamış. İçinde bir not ve anahtarla:
“Bi kari bul kendine. Lahanayı güzel etsin. Mısır ekmeğini de. Sonra ara ara gelip bu evin ocağını tüttürün beraber, dinmesin. Buralar sana emanet uşağum. Sen de Allah’a…”
Birkaç gün sonra da Adam’ın vefat haberi gitti çocuğa. Sonrasında ise zaman aktı geçti. Durduramazsın ne de olsa. Sadece ayak uyduracaksın. Adam yaylada kaldığı bir zaman, burnuna nefis kokular geldi. O gün de yemek edememişti. Birkaç tuzlanmış peynir ve hıyarla öğünü geçiştirecekmiş ki, komşunun kızı olduğunu öğrendiği bir kız gelmiş. Annesi yollamış. Bütün gün çalıştığını görünce, “O uşak yemek etmemiştir şimdi al götür bir tas lahana biraz da mısır ekmeği” demiş. Çocuk, tebessüm ve tüm içtenlikle karşılamış güzelliği ve al yanaklı teyzesini de anarak yemiş tadına vara vara…
Sonra da öğrenmiş ki, kız yapmış yemeği. Bunu öğrendikten kısa süre sonra da izdivaç isteğini dillendirmiş al yanaklı güzelliğe…
Zaman geçmiş gitmiş yine. Durmaz ki yerinde.
Bir gün seslendi Kız, Çocuk’a:
“Hadi biraz sallanmaya gidelim olmaz mı?”
Çocuk, atladı yerinden, gitti kızın yanına aldı dudaklarından bir makas, “Olmaz mı diyen o ağzını yerim senin! Hadi kak gidelim” diye takıldı kıza ve atıp omuzuna koştur koştur çıktılar salıncağa. Yayladakiler de alışkındı Çocuk’un çılgınlığına. İçinden geleni yapar diye bilirler ve onun bu hallerini de tebessümle izlerlerdi…
Kız salıncağa binince başlamış Çocuk da usul usul okşar gibi sallamaya. Kız da sallanırken, hem izledi, hem kokladı hem de rüzgarın okşayışının tadına vardı…

« »