Başını ninesinin dizine dayamış, başı okşanırken geçmiş hatıraları dinliyor, bir yandan da özlemin tetiklediği hasretlikle boğazında oluşan düğümü çözmek için yutkunmalarını sıklaştırıyordu. Sımsıcak avucun alnından başlayıp başının tepesine doğru sürünmesiyle gevşiyordu…
Ninesi anlatıyor, Adam dinliyordu:
“Bizim zamanımızda saygı vardı. Sevgimiz ise saygımızdan güç alırdı. Yılışıklık da yoktu. Tatlı bir mesafe vardı. Hanemizin içinde dahi olsa, birbirimizi sevişimiz gözlerle, tebessümle ve tatlı sözlerle olurdu…
Ey gidi o güzel günler!
Evde işlerimi bitirir, el işleriyle uğraşırken göz göze çok gelirdik. İşimle uğraşırken bir sessizlik olurdu odada. Ne yapıyor diye bakardım dedene. O ise, beni izliyor olurdu. Göz göze gelince, kendi evimizde de olsak, utanır başımı çevirirdim. Tebessümüme mani olamazdım ama. O da anlardı tabi. Gözlerindeki ışıltıya, dudaklarındaki tebesüme kayıtsız kalamazdım ne edeyim…
Hemen tüketilecek bir ilişki değildi. Şimdikiler hemen cıvıtıyor. Küfürlü konuşanları, bağırıp çağıranları gördükçe korktum bu nesilden de, evliliklerden de. Önceden Kadın kadınlığını bilirdi, Adam da adamlığını. Aradaki o tatlı mesafe, ilişkileri yitip gitmekten koruyor, diri kalmasını sağlıyordu. Her şeyin yeri ve zamanı olduğunun farkına varmamızı sağlıyordu…”
Ninesi, bir yandan başını okşuyor torununun, bir yandan da gözleri karşıya dalmış, geçmiş günleri izliyor gibi anlatıyordu…
“Hiç mi kötü anınız yok Nine?” diye mırıldandı Adam, ninesinin duyacağı ses tonuyla.
“İyi yada kötü bakmak bize kalmış torunum!
Ani parlamaları elbette vardı ama anam da öğretmişti beni: “Kocan sinirlendiğinde sesini çıkarma, dediklerine de alınma ve sabırla bekle. Senin de zamanın gelecek. Sakinleştiğinde, tatlı dille açar konuşursun konuyu, rahatsız olduğun kısımları ona anlatırsın” diye. Ben de dedeni ezber etmiştim. Bazen, başka şeylere kızar, gelir bana patlardı. Ses çıkarmaz, işime bakardım. Kendi kendine konuşur gibi kalırdı. Sofrasını hazırlardım, kaldırırdım, ihtiyaçlarını verirdim ama hiç ses etmez, yüzüne de bakmazdım. Sakinleşirdi karşılık bulamayınca. İnsan her zaman aklı selim olamaz. Aniden birşey gelir insana böyle. O zamanlar karşılık vermezsen sorun kalmaz ortada. Tabi karşındaki de o anlayışta ise…
Biraz sonra gelir özür dilerdi. O körlük gitmiş, görmeye başlamış şekilde, “Karıcığım, özür dilerim. Bir an fevri davrandım” diyip sarılırdı arkamdan. Öyle yaklaşınca konuyu sakince tekrardan açar, açığa kavuştururduk. Öyle, hemen fevri hareketlerle “Sen kim oluyorsun da bana bağrıyorsun” diyip, silip atma olmazdı. Sahiplendiğinde artık bir olurdun. Karşılıklı fedakarlıkla sürer giderdi ilişki. Kesip atmakla değil tabi, onarmaya gayretle…
Hep de mutlu gitmez ki hem. Ama huzurluydum. Sıkıntılı bir anımızda bile onun varlığı, arkamda dağ gibi durması, bana anlatılmaz huzur verirdi. Yaradan’a hep inanır ve güvenirdim beni korur kollar diye. Deden de sanki o inancımın bu dünyada cisme bürünmüş hali gibiydi. Beni koruyan kollayan birini vermişti hayatıma Allah. Seven, sahip çıkan…
Mesela bana bir kere olsun el kaldırdığını bilmem. Öyle kaliteli adamdı ki, kendini, bir kadına el kaldıracak pozisyona sokmazdı. Ben de onu hiç kışkırtmazdım. Şimdikileri görüyorum da, tahrik etmeye, ateşlenen fitili körüklemeye bayılıyorlar. Lüzumsuz konular, derin yaralar bırakıyor, yazık oluyor…
Öyle işte torunum!
Sen de darlatma kendini. Hatanın farkındasın. O da gelecek sana. İnsan sevdiğine, gönlünü teslim ettiğine döner mi hiç sırtını?” diye okşadığı başına, bir de öpücük kondurdu, öpmeyi hiç sevmeyen ninesi, kıymetli torununa tolerans geçerek…
Öyle gerçek bir histi ki, başından öpmenin baskısını bile hissetti Adam. Gözünde yumru gibi damla, boşandı o an başını yasladığı mindere…
Kapı açıldı. İçeriye serin ve temiz hava doluştu. Adam sağ omuzunun üzerinde yattığı yerden kalkmadan bacaklarını karnına doğru çekti. Kadın boşalan yere oturdu. Adam da, doğrularak oturdu ve bir süredir uzandığı minderdeki ninesinin dizinin hayaline bakarak. Kadın’ın dizine doğru başını götürürken, ” Tabi! Karını buldun da beni unuttun” sesi geldi kulaklarına sanki. Gözleri doldu Adam’ın. Yine içinden karşılık verdi ninesine:
“Keşke olsan da, kokunu daha da çeksem içime” dedi ve veda ettiği hayale. Başını yasladı Kadın’ın dizine…
Kadın, sol eliyle Adam’ın alnından başının tepesine doğru okşuyor, sağ eliyle de omuzuna dayamış, hem başında hem omuzunda sıcaklığını hissettiriyordu.
Adam, “Fevri davrandım, özür dilerim karıcığım” diye girdi söze. Kadın ise, ses etmeden eğilerek başına uzun bir öpücük bıraktı ve “Ben de özür dilerim, bir anda çekip gittiğim için. Konu buraya kadar nasıl geldi anlamadım ama şunu iyi anladım: ‘İnsan, sevdiğine, gönlünü teslim ettiğine sırtını dönmez. Biz de yavaş yavaş pişeceğiz elbet’ ” diye başını sevmeye devam etti.
Adam, omuzuna dayanan sağ el avucunu alıp, dudaklarıyla, tüm sevgisini bıraktı elinin ayasına…
Kadın da kucağında yatan Adam’a doğru eğilerek sarıldı, öptü, kokladı, kokladı, kokladı…
“Bana nineni anlatsana azcık!” diye yokladı Adam’ın özlemini.
Adam, başını döndü Kadın’a, dizinden kalkmadan.Baktı gözlerine Kadın’ın. Bir süre izledi gözleri ve sonra dillendi:”Senin gibi bakardı bana, kızsa dahi, merhametle…
Senin gibi kokardı, buram buram güven esansı…
Senin gibi düşünürdü beni, düşünürken gözlerinde ışıltı, dudaklarında tam da böyle tebessüm”.
Başını tamamen döndü Kadın’a ve karnına doğru başını bastırıp sarıldı.
“Onu aldı ama seni verdi bana” diyerek kokladı, öptü Kadın’ı, şükür ile…