1. Kısım

Zirve, bugün kapalıydı. Etekleri de öyle. Görünmek istemiyordu zaar yada görünmek istese de göstermek istemeyen vardı…
“İşleyişin vardır bir bildiği” diyerek ve her zaman ki gibi bu işleyişe güven duyarak uyandığı yerden dağı ve dağı izlerken gözlerinin kadrajına giren herşeyi, bütünü, o hiç eksiltemediği hayran tebessümüyle izliyordu Adam…

Gece ormandan odun toplarken, yerde nemli olanlardan ziyade ağaçtaki kuru kalmış dallardan almak istemişti. Zifir karanlığı bozan Ay ışığında ağaca tırmanmıştı. Uzun zaman olmuştu ormandan korkmayalı. Teslim olmuş şekilde, korku kokusunu yaymadan dolaşırdı zaman zaman. Sesleri dinler, bazen dinleyemeyecek sessizlikle kalırdı..
Ağaçtan kestiği kuru dalları aşağıya fırlattı. İnerken eli kaydı ve ağaca sarılı şekilde sürünerek kaymaya başladı. O sıcaklıkla hissetmedi ama ayakları hızla yere vurunca karın boşluğunda bir acı hissetmişti. İnce bir dal girmişti. Girerken de biraz yırtmıştı. Soluklandı biraz. Solukları yavaşladığında soğuyan bedeni acıyı biraz daha şiddetledi. Kestiği odunları ziyan etmek istemedi ve bir eli yaraya baskı uygularken bir eliyle de omuzuna koyduğu odunları taşıyordu. Düşüncesini değiştirdi. Kıvranmak istemiyordu. Orman sanki biraz seslenmeye başladı. Huhu kuşunu duydu. uzaktan çakal sesi geldi. Karartıdan sonra gelene çakal çığlığından yatsı vaktinin olduğunu anladı. Orman Adam’ı hissetmiş, varlıklarını hissettiriyorlardı…
Hızını arttırarak kamp yerine vardı. Ateşin yanına düştü. Üzerini çıkardı. Yara çok büyük değildi ama eliyle içini yoklayınca acı bir anda şiddetle vücuduna vurdu ve bayıldı…

Ayıldı sakince. Etrafını izlerken gerindi ve derin bir nefes alırken boşluğunda hafif bir acı hissetti. Bir anda, acıyla geldi herşey aklına. Bayılmanın etkisiyle unutmuş olmalıydı. Üzeri giyinik ve ateş de hala harlı bir şekilde yanmaktaydı. İmkan yok diyerek yarasını açtı. Birkaç dikiş ve üzerinde ise bolca çam reçinesi vardı. Yaranın hızlıca kapanması için her şey yapılmış gibiydi ama acısı taptaze hissediliyordu. Nasıl olduğunu hatırlamıyordu. Ama üzerine sinmiş bir koku vardı. Burada kokuyu ayırt etmemesi, hele ki onun için pek imkanı olan birşey değildi. Elbette biri ateşi görüp gelmiş olabilir diye düşündü. Çadıra baktı. Yerde İlk yardım çantasını gördü. Çantasından çıkmıştı. Kesinlikle biri vardı yanında…
Üzerini kokladı. Bu ortamda daha da belirgin bir tattaydı. Bir an gözüne bir görüntü geldi. Baygınken açılmış yarım gözle gördüğü sima. Net değildi Yüzü ateşin yansımasınıdan parlıyordu. İki yanda örgüleri vardı sadece. Örgü olduğunu da iki yanda kabarık olmayan saçlardan çıkarmıştı. Belki de iki yana ayrılmış düz saçları.. net değildi… ve gözleri kapandı…
Ateşin yanına oturdu. Yere saplanmış bir dal parçası vardı. Üzerinde de bir bez. eline aldı bezi. Üzerinde,
“….” yazıyordu…

(Boşluğu doldurmak isteyenler yorum kısmına:)

Boşluk kısmını doldurarak devam ediyorum👇

2. Kısım

Üzerinde “Son Gün” yazıyordu. Biraz garipsedi. Düşünmeye başladı ve aynı anda etrafı daha detaylı incelemeye başladı. Yerinden kalktı, boynundaki kısa ama kalın halatı olduğu yere bırakıp çadırın içine bakındı. Hiç stok yok. Bugünün dışında bir güne yetecek hiçbir şey yok etrafta. Aldığı odunlar da, sadece bu gecelik için. “Muhtemelen, dağda son günüydü ve o yüzden de öyle yazdı” diye düşündü Adam ve yaralı yatan Adam’ın yanına geçti. Soluğunu kontrol etti ve sorun yoktu ama biraz terlemiş gibiydi…
Adam’ın tuvaleti geldi yine ve yaralı adamı himayesine aldığından beri etrafta yabani hayvanlar yaklaşmasın diye geniş bir çember oluşturacak şekilde işiyor, sınırını belirliyordu. Ateş engel olacaktı elbet ama söndüğünde sorun olmasın diye tedbirliydi. Yaralı adamın yanından uzaklaştı. İşini hallettikten sonra etrafı sessizce kolaçan etti ve etraf sakindi. Kendi kurduğu kamp alanına baktı, ateşi çoktan sönmüştü ancak gelen rüzgarın taşıdığı kokuya bakarak, halen daha tüten bir dumanı vardı. En azından, yanında getirdiği yiyecekler bir süre daha kamp alanında güvendeydi. Ateşin başına doğru yollandı. Adam’ı uyandırmayı deneyecek ve durumunu teyit edecekti. Tam yaklaşmışken yaralı adamı uyanmış gördü ve fazla yaklaşmadan seslendi. Zar zor bedenini çevirerek sese karşılık verdi:
-Beni sen mi kurtardın?
-Dikişini ve pansumanını ben yaptım evet. Şu an nasılsın?
-Ağrım var ama idare ederim. Gözlerimi açtığımda bulanıktı ve iki yanından sarkan saçlar var gibiydi. O sen miydin diyeceğim ama kısa saçların.
-Seni bir kadının kurtarması ümidi mi taşıyordun yoksa
diyerek güldü Adam ve ekledi:
-Buralarda tek başına dolaşan iki manyak var biri sen biri de ben. O iki örgü dediğin de, boynuma astığım kalın halattı. Şansına küs
diyerek yine takıldı yaralı adama…
-Yok ya, ne gördüğümü de bilmiyorum ki, hayal meyal bir şeyler. Ancak birinin olduğunu hissedince içim rahatladı. Hem de işini bilen biri. Teşekkür ederim sana. Çok teşekkür ederim…
diyerek minnetini birkaç kez dillendirirken Adam söze girdi:
-Önemli değil. İyi ki, eserekliğim tutmuş da dağda bir gece geçirmeye niyetlenip gelmişim. Bunları konuşuruz. Yaran şu anda iyi. Ağrı olacak ama idare edersin. Burada iki gün kalırsan, hızlıca kapanır yaran. Malum çam ormanlarıyla çevriliyiz. Buranın oksijeni, vücudunu hızlıca toparlayacaktır. Yarın benim kamp alanına gideriz ancak bir sorun var.
-Nedir o?
-Neden “Son gün” ? Bu kamptaki son günün mü? Başka bir şey değildir sanırım.
-Hayır kampla alakası yok onun, başka bir şey…
diyerek başını düşürdü önüne.
Adam ne olduğunu anlayamadı elbet. Tekrar merağını dillendirdi ve “Nedir bu son gün?” diye yineledi.

3. Kısım

Derin bir iç çekişten sonra, ciğerlerindeki tüm havayı, kendi için anlamlı ama Adam için karmaşık bir cümle için boşalttı:
-Onu kaybettiğim, tam da burdaki son gün…
Yaralı adamın yanına yaklaştı ve elini omuzuna koyarak, “Anlatsana, tam olarak ne oldu?” diye sordu, üzüntüsünü paylaşmaya gönüllü ve destekleyici ses tonuyla.
Yaralı adam, geriye doğru yattı, elleri başının arkasında, gözleri karanlık gökteki parıltılarda. Birkaç damla bıraktı sanki şakaklarına doğru. İki eliyle silip tekrar başının arkasına koydu ellerini ve başladı anlatmaya:
-Geçen yıl, bu zamanlarda gelmiştik eşimle buraya. Fazla korkusuzduk. O benden de çılgındı. Tam da burada kamp kurmuş, birkaç gün kalmıştık. Tarih bugünü gösterdiğinde, akşam üstüydü. Odun azalmıştı. “Ben odun bakayım biraz, gelirim hemen” dedi. “Bekle ben de geleyim” dediysem de, istemedi. “Ben hallederim sen yemeği hazırlamaya başla” dedi. Son akşamımızdı burada. Son yemeğimizi, son erzağımızla hazırlayacaktım. Ağır ağır hazırlıklara başladım. Ateşin çatır çutur seslerinin arasında ince tiz bir çığlık duyduğumu düşündüm. Kulak kesildim ama bir daha ses duymadım. Eşim mi acaba dedim ama hiç ses gelmedi başka. Belki de yanlış duymuştum. Yaş odunlar yanarken değişik sesler çıkarır. Belki de onlardır diyerek devam ettim işime. Biraz daha geçmişti ki, eşimin adım seslerini duydum ama adımlar sağlıklı atılmadığını daha uzaktayken anladım. Bir ayak sürtüyor diğeri adım atıyordu. Hemen işimi bırakıp koştum ona doğru ve gördüğümde içim onun kadar acıdı. Karnından akan kan ile üstü ve altı hep kan içindeydi. Bir de o halde. Kucağında odunlar vardı. Hemen odunları aldım kucağından attım yere. Aldım omu kucağıma, ateşin yanına yatırdım. Ter içindeki yüzünden saçlarını tek tek itekledim yanlara doğru, “Ne oldu, ne oldu sana” diyerek. Biraz su içirdim. Zorla yuttu ve anlattı olayı: “Yerdeki odunlar nemliydi. Ağaca çıkayım dedim. Biraz kuru odun kestim attım aşağıya ancak inerken ağacın bedenine sürünerek kaydım. Kuru, kısa ve sivri dallar karnıma girdi. Çok kötüyüm”
Üzerindeki giysiyi çıkardım eşimin. Karnını görünce şok etkisiyle ne yapacağımı bilemedim ve öylece kaldım; korku, endişe, göz yaşı…
Yanımda ilk yardım çantası da yoktu unutmuştuk. Üzerimdeki tişörtü çıkartıp yarasına baskı uyguladım. Etrafı inletse de acıdan, baskı uygulamam şarttı. En yakın yerleşim yeri 20 km ötede. Telefon da çekmiyor malum. Zurnanın zırt dediği yerdeydim. Şaşkınlıktan eşime soruyordum, “Ne yapacağız nasıl kurtulacağız bu durumdan?” diye, sanki çözüm bulabilecek haldeymiş gibi. O kadar sakindi ve çözüm olmadığını kabullenmişti ki, “Arkama geç, geç de kucağına koyayım başımı” dedi. Ne yapacağımı bilemeyecek telaştaydım ve her dediğini düşünmeden yapıyordum. Başını kucağıma aldım, bir yandan okşuyor bir yandan da, “Sabret, bir yolunu bulacağız” diyordum.
-Peki sonra ne oldu?
-Sonra mı? Sonra…

4. Kısım

-“Sonrası, bir son oldu” dedikten sonra ağlamaya başladı yaralı adam.
Onun o halini gören diğer Adam’da az çok tahmin etti sonrasında neler yaşandığını. Kalktı yerinden, omuzuna dokundu.
-Şişş tamam sakin ol. Geçti artık…
dese de, içteki acı geçmiyor işte.
Biraz müsade etti yine de. Yavaş yavaş ağlaması dinen adam, anlatmaya devam etti:
-Kucağımdaki başını severken baktı bana. Hafif tebessüm etti. “Üzme kendini, nasip böyleymiş” dedi. “Saçmalama iyileşeceksin” desem de, gözlerini açmakta bile zorlanıyordu artık. Resmen çaresizdim. Ne taşıyabilirdim, ne iyileştirebilirdim. Üstümüz başımız kan içindeydi. Macera yaşayalım derken, hayatımda hiç unutamayacağım bir macera oldu benim için. Sonucunda eşimi kaybettim. Kucağımda öylece hareketsiz yatıyordu. Nefesini kontrol ettim almıyordu. Göğsü inip kalkmıyordu. Ben bir yandan ağlamaktan bitmiştim. Ateş sönmüştü. Kan kokusu da yayılmıştı. Etraftan yabani sesler gelmeye başlamıştı. Bir anda eşime saldırırlar yerler diye çok korktum. Hemen kalkıp ateşi yaktım. Ardından bir mezar kazdım. Fazla derin yapamadım ama üzerini kapatacak kadar derindi.
Bu arada dinledikleri karşısında gözleri fal taşı gibi açılmıştı Adam’ın. Ancak bu, olan bitene değildi. Çok daha başka bir şeyeydi.
-Bedenini kapattım ama baş kısmını kıyamadım. Ölmüştü ama sanki boğulacak gibi hissettim. En azından kabrinde nefes alsın dedim ama saçma işte. Taşlarla ördüm baş tarafını ve öylece bıraktım.
-Dur bir dakika! Şu arkandaki ardıç ağacının altına mı gömmüştün?
-Evet. Sen nerden biliyorsun?
-Nerden mi biliyorum? Ben yıllardır bu dağları gezerim. Ormanlardaki çeşitli bitkiden, mantardan ve hayvandan faydalanırım. Bir yandan da bu kısımdaki dağların koruyuculuğunu yaparım. Sabah erkenden yollanır, hem köpeğim hem de kendim için bedensel hareket sağlarım. Sabah bu bölgedeki mantarları toplamaya gelmiştim. Köpeğim bir anda koşmaya başladı. Durduramadım. Ben de peşinden koştum. Mezara benzer bir yere geldik. Hemen eşelemeye başladı. Ben de taşları kaldırmaya başladım ve taşları aldığımda gördüğüme şok oldum. Cesedin burda ne işi vardı? Hemen açtım mezarı ve çıkardım kadını. Üstünü açınca yaralı olduğunu gördüm. Biraz bastırdım yarasına ve ani bir tepki verdi. Bir anlıktı ve kısaydı. Seslendim ama ses yok. Nefes almıyor gibiydi. Pusulamı çıkarıp camını burnuna dayadım ve izlemeye başladım. Buğulanmıyordu ama biraz nemleniyor gibiydi. Hala yaşıyordu!
-Hala yaşıyor muydu? Sen neyden bahsediyorsun? Ölmüştü o! Olamaz! Bir dakika mezarı bozuktu. Ben hayvanlar yaptı diye düşünmüştüm. Sen mi çıkardın yani. Olamaz! İnanmıyorum! Çıldıracağım!..
Sakinleşmek için ayağa kalktı, karnına saplanan ani bir acıyla sarsıldı, derin derin nefes aldı ve sordu: “Peki ya sonra? Ne oldu anlat!”

5. Kısım

-Sakin ol! O zaman da sakin olup dikkatli baksaydın, gömmek yerine bekleseydin başında, belki de ben gelip ikinizi de kurtarırdım. Neyse ki onu kurtardım.
-Kurtardın mı? Yoksa yaşıyor mu? Ah çıldıracağım! Söyle yaşıyor mu gerçekten?
-Sakin ol ve otur. Evet yaşıyor. O gün üzerini toprakla örtünce yarasına baskı yapmış ve kan kaybını önlemiş. Taş dizince de nefes almaya devam etmiş, toprağın soğuğuyla yaşam fonksiyonları yavaşlamış ama yaşamaya devam etmiş. Yaşatan, bir şekilde yaşatıyor işte.
-Ee sonra peki? Nerde şimdi?
-Sonrasında yanımdaki telsizle helikopter istedim. Sağolsunlar hemen geldiler. Gelen helikopterle acil müdahale de yapıldı. Biraz daha geç kalsak belki de kaybederdik ama dediğim gibi, her şey bir şeye vesiledir. Son an bizi oraya yetiştirenin de vardır bir bildiği. Bölgede tanındığım için medyaya yansıtılmasın diye ricada bulununca olayı sessizce halletmeye çalıştık. Öncelik onun iyileşmesiydi. 2 gün yoğun bakımdaydı. Yaraları tedavi edildi. Vücut fonksiyonları normale döndü. Mucize gibi yaşamaya devam ediyordu ancak uyanmamıştı. 4. Gün olmuştu. Her gün başındaydım. Etmediğim dua kalmadı. Onca çaba boşa olamazdı. Tek çare duaydı. Elimdne geleni yaptım ve o gece gözlerini açtı. Çok şükür açtı…
-Nerde o? Ne olur götür beni ona ne olur!
-Bekle! Anlatacaklarım bitmedi. Önce dinle!..
Gözlerini açtı. Boş boş bakındı ve tekrardan kapattı. Doktor, sürecin iyi gittiğini söyledi. Toparlayacaktır artık dedi. Ertesi sabah gözlerini açtığında, ben uyuyordum yanında. Başımı yatağına koymuş kalmışım öyle. Seslenişine uyandım: “Hey bakar mısın!”
Kafamı doğrulttuğumda anlam arayan gözlerini görünce tebessüm ettim. “Çok şükür, çok şükür hayattasın. İsmin nedir? Neler oldu hatırlıyor musun?” dedim. “Soruma karşılık gözlerini tavana dikti: “İsmimi hatırlamıyorum. Tek hatırladığım ağaçtan kayarken bedenime giren dalın acısı. O acıyı hatırlıyorum sadece” dedi.
“Nasıl olur bu, hafızası mı gitti yani” diye düşünerek odadan çıkıp doktoru buldum. Olanları anlattım ve gelip bakmasını rica ettim. Gelip kontrollerini yaptı. Biraz da konuştu onunla. Kendiyle ilgili hiçbir şey hatırlamıyordu. İsmini dahi ama tek hatırladığı ağaçtan kayışıydı. Topraktan çıkardığımızı söyledik. “Seni biri mi öldürmek istedi de sonra gömdü acaba?” diye sorduk ama net bir ifadeyle “hayır” dedi. “Ben kaydım çok iyi hatırlıyorum. Belki denk gelen biri öldüğümü sandı. Bedenimde ağaç parçası yok muydu? İncelemişsinizdir” diye ekledi.
Doktor, “Evet ağacın kuru kabuk kısımlarından parçalara denk geldik. Olay dediğin gibiyse sen kendini yaraladın. Ya yanında biri vardı ya da biri gördü seni gömdü. Dağlara yalnız çıkar mıydın sen?”
“Hiç hatırlamıyorum. Tek mi çıktım, genelde çıkar mıydım bilmiyorum. Ailem yok benim. Onu biliyorum. Yetim büyüdüm. Sonrasında kim var kim yok inanın hatırlamıyorum. İsmim neydi ki? Ahh!”
“Tamam sakin olun. Hepsini halledeceğiz. Tez vakitte toparlanmaya çalışın. Size zarar veren biri yoksa ortada, kimseniz de yoksa, bu olayı gizli tutacağız. Her ihtimale karşı. Burada beni herkes tanır bilir. Siz toparlanana kadar, gizli kalacaksınız tamam mı?”
“Tamam” diyip kafasını tekrar tavana döndürdü ve gözlerini yukarıya doğru dikerek daldı gitti kadın”
-Nasıl yani, hatırlamıyor mu hiçbir şey? Bir sene oldu hatırlamadı mı beni? Nerde o? Görmek istiyorum. Beni ona götür lütfen…
-Ne seni ne başkasını hatırlamıyor hala. Çocukluğunu biraz hatırlıyor. Bir de ağaçtan düştüğü anı. Çokça tedavi yöntemi denendi ancak hatırlatamadık. Yaşadığı şok etkisiyle olmuş olabilirmiş. Sen yanıma geldiğinde konuşuyorduk dedin ancak uyandığında tek hatırladığı ağaçta sürüklenişiydi. Bilmen gereken bir şey daha var. Bu en önemlisi. Elbette seni ona götüreceğim. Geçmişiyle tek bağı sensin. Ancak, o 7 aydır benim karım…
-Ne?

6. Kısım

-Hastaneden çıkana kadar yanından ayrılmadım. 1 haftaya kendini toparladı. Hala daha hatrında bir şey yoktu. Gömülü bulduğum için ve olan biteni hatırlamadığım için, biraz temkinli davranmak istedim. O yüzden yeni isimle bir kimlik çıkardık ona. Hastaneden çıktığı gibi de, bir süre ne yapacağını düşünmek için evimde kaldı. Bu sırada iyileşmesi için elimden geleni yaptım. Beyin fonksiyonları iyiydi ancak psikolojik olarak ya hatırlamak istemiyordu ya da kendi elinde değildi geçmişini unutmak. Bir süre daha doktorlara danıştık çabaladık ama sonunda vazgeçtik. Bu sırada anneme yardım ediyordu işlerinde. Ben de olağan hayatıma dönmüştüm. Ancak o yük olduğunu düşünerek başının çaresine bakabileceğini ve gitmek istediğini söyledi. Bunu duyunca içim bir garip olmuştu. Kusura bakma, senin için de garip gelecek belki bu anlatacaklarım ama beni hayran bırakmıştı kendisine. Becerisiyle, çözümcü bakış açısıyla, derdi bile sakince karşılayan algısıyla ve her daim güler yüzle kalabilmesiyle, hayatıma kattığı güzelliklerin haddi hesabı yoktu. Gitmek istediğini söylediği anda, tüm bu güzellikleri kaybetmek istemedim. Elbet onsuz yaşardım ama onunla başka güzel yaşardım. Aniden çıktı ağzımdan, annem de yanımızdaydı: “Evlen benimle!”
Annemin gözleri ışıldadı, önce bana baktı onaylar gibi, sonra ona baktı olumlu bir cevap bekleyen tebessümüyle. Beklemiyordu sanırım böyle bir şey, kalakaldı öyle, gözlerini benden hiç ayırmadan. Hatrı sayılır bir sessizlik oldu. Oturdu önce. Başını önüne eğdi. Bir şeyler düşünüyordu belli. Sonra başını kaldırdı. Emin bakıyordu. Tebessümünü takınarak, “Evlenirim” dedi. Ardından ise evlendik derhal. O da ben de, sevmezdik şatafatı. Nikahları kıydık, sonra dostlarla yemek yedik. Artık evliydik…
9 aydır birlikteyiz. 4 aylık da hamile. Çocuğumuz olacak…
-Çocuk mu? Bunlar çok fazla bana. İçime ne oturdu bilmem ama yerimden kalkacak halim kalmadı. Geçen bir yıl çektiğim acının haddi hesabı yok. Aylarca tedavi gördüm bu durumu atlatmak için ve şimdi duyduklarım…
-Sana daha önce de dedim. Yaşananların bir anlamı olmalı. Yoksa bir yıl sonra seninle burada karşılaşmamız ne kadar olağan bir şey ki? Hatta aldığın yara bile aynı. Olacak gibi değil diyemiyorum. Olduran olduruyor. Merak ettiğim bir şey var. Sen evliydin. Öldüğünü nasıl bildirdin?
-Evet haklısın. Şaşkınım, üzgünüm, sinirliyim de. En çok da neyim biliyor musun? Çaresiz. Ne yapacağımı bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum… Eşimin ailesi kimsesi yoktu bu ülkede. Biz de yurt dışında yaşıyorduk zaten. Ben şehre döndüğümde kaybolduğunu ve hiç haber alamadığımı söyledim. Bir süre beklendi. Sonra aramalar başlandı ve sonra da öldü diye kaydedildi. Ben de tekrardan yurt dışına çıktım. Ordaki hayatımı bitirip başka ülkeye geçtim. Tedaviler gördüm. Devamlı ülke değiştim, ortam değiştim. Biraz olsun toparlanmıştım  ancak geçen hafta aniden buraya gelmek istedim ve geldim. Geldiğimde, gömdüğüm yerde bulamayınca afalladım tabi. Bulurum sanıyordum. Biraz dertleşirim sanıyordum ama yerinde yoktu. Nerden bilebilirdim yaşadığını. Çok aptalım çok. O an ki şokla ne yaptığımı bilemedim. Geri dönüp yardım istemeye kalksam ölecekti muhtemelen. Demek toprağa gömmem işe yaramış. Çok şükür çok…
Şehre yaklaştığımda bir helikopter geldiğim yöne havalanmıştı. Çok iyi hatırlıyorum. Demek senin helikopterinmiş…
Her şey yerine oturmaya başladı ama çok kötü hissediyorum ve onu görmeden içim rahat etmeyecek.
Adam’ın önüne geçti, gözlerini gözlerine dikti ve “Ne olur müsade et onu göreyim…”

7. Kısım

Bu ricanın üzerine biraz düşünmesi gerekti Adam’ın. Başını çevirdi, hemen ardından bedenini de. Biraz ilerledi ve durdu. O süre zarfında olasılıkları düşündü ancak, içi rahat şekilde izin verebileceğine kanaat getirdi. Eşinin geçmişiyle bağlantılı böyle bir şeyin varlığını saklasaydı, içi bir türlü rahat etmezdi. Gizli saklı hiçbir şeyi sevmezdi çünkü. “Her şey, olacağına varır” diyerek kendi kendine, döndü yaralı adama ve “Olur, sizi görüştüreceğim. Ondan böyle bir şeyi saklayamam. Belki geçmişiyle ilgili bir şeyleri hatırlamış olacak hem. Belirsizlikleri açığa kavuşması, gönülleri de ferahlatacaktır” dedikten sonra, ateşin yanına oturdu ve sözlerine devam etti:
-Aslında ben buraya onun için geldim. Belki bir şeyleri hatırlar diye. Erkenden gelip kamp yerini hazır ettim. Hamile diye uğraşsın istemedim. Yarım saate kadar gelmiş olacak kamp yerine. Biraz daha iyi hissettiğinde, bizim kamp alanına geçelim. Fazla mesafe yok zaten. Yürüyebilirsen gideriz. Burayı da sonra toparlarız.
-Olur, yürüyebilirim. İyice sardığımda yarayı sorun olmaz sanırım. Teşekkür ederim sana da. Benim ve karım, pardon eski karım için yaptıklarını hiç unutmayacağım. Sana minnettarım…
-Seni yaralı bırakamazdım. Bu dağlarda yaralı canlıları kontrol etmek için dolanırım, diğer yandan insanlar için de. Eşimle görüştürme konusuna gelirsek, zaten buraya gelme sebebimiz de, geçmişinden bir şeyler hatırlaması içindi. Nasip işte. Seni buraya getirtenin, bizi buraya getirtenin, güzel bir planı vardır. Hadi hazırlan da gidelim…
Onu dinleyen yaralı adamın gözleri yaşardı. Gerçekten de yaşadıkları rastlantı olamazdı. Bir kontrol eden vardı ve bizleri yönlendirecek ilhamı devamlı içimize ekiyordu. Bize ise sadece hareket düşüyordu, gösterilmesi gereken çaba. Nasip, o yüzden aşıktı gayrete ya…
Karın kısmını sarmasına yardım etti Adam. Ateşi söndürüp yollandılar. Yaralı adam arkadan geliyordu. Attığı adımlarla kalbi yerinden fırlamaya, her seferinde ramak kalıyordu. Düşüncesi bile garip ama anlatılanlar normalleştirmişti bu durumu. Gömdüğü karısını kanlı canlı görecekti. Bir de yutkunurken zorlanıyordu, sanki taş yutuyor gibiydi. Boğazında bir düğüm vardı ki, bağıra çağıra ağlasa, ağlarken gözleri yaştan göremeyecek hale gelse de, doyamaz gibi hissi de boğazında taşıyordu. Kendini bu durumda frenlemeye çalışması bir yandan, yarası bir yandan, tüm bunları taşıyarak kadına doğru yaklaşması da ayrı bir yorgunluğu üzerine yüklüyordu. İlerde bir ateş göründü. Etrafında dolanan birinin gölgesi de. Önden yürüyen Adam mırıldandı, yaralı adamın da duyacağı şekilde: “Gelmiş…”
Yaralı adam, o gölgeyi gördüğü anda ve yaklaştıkça daha da netleşmesiyle göz pınarlarında kapak varmış da zorlanıyormuş gibi, boğazında yemek borusunun genişliğinde bir taş varmış da, yutkunmak için daralıp esneyemiyor gibi bir acı içinde kalmıştı. İlerledikçe bu halleri daha da artıyordu. Ta ki, onu net şekilde görene kadar. Bir anda eli ayağı boşandı. Dizlerinin bağı çözülmüş gibi düşecekken Adam bunu sezdi ve aniden yakaladı onu. Sesleri duyan Kadın da, sesin geldiği yöne doğru seslenerek dikkat kesilmişti: “Kim var orda?”
Yaralı adamın kolunun altına girerek destek verdi ve ilerlemeye devam etti.
“Hayatım ben geldim, korkma!”
Kadın, sesi tanıyınca rahatladı ve sesin geldiği yöndeki gölgeleri izledi. Yaklaştıkça netleşiyorlardı. “Yanındaki de kimdir” diye düşündü Kadın. Ateşin aydınlığıyla, simaların en netleştiği yere geldiklerinde aniden ayağa kalktı Kadın ve yaralı adama bakakaldı. Gözleri fal taşı gibi açılmış, arada sağa sola dönüyor, sanki bazı hatıralar gözünün önünden geçiyordu. Adam bunu farketti ama bozuntuya vermedi. Yaklaşmaya devam etti. Yaralı adam da gözlerini hiç ayırmıyordu Kadın’dan, ağzı açık, gözlerinden belli olmayacak kadar az süzülen damlalar…
Gözlerindeki film şeridi bitmiş olacak ki, doğruca yaralı adama bakıyordu. Karşı karşıya geldiklerinde tek söylediği, “Sen!” oldu…

—–

8. Kısım

-Dağdaki Son Gece-
Sevgili sırdaşım, sana yazmasam, içimdekileri kimle paylaşırım bilmiyorum. Bugün kamptaki son gecemiz. 4 gün çabucak geçti. Unutulmaz gün ve geceler geçirdik ama hala içimdeki sırrı anlatamadım. Şu an yanımda uyuyor. Ateşin yanında kıvrılıp uyumayı hep sever zaten…
2 aylık hamile olduğumu ona nasıl söyleyeceğim hala bilmiyorum. Bir haftadır sevincim kursağımda. Bu konuda katı olmasaydı, haberi alır almaz söylemiştim bile. Ancak istemiyor. O inadını kıramıyorum. Ben yetim büyüdüm. Kalabalık aile olsun istiyorum. Yapabildiğim kadar çocuğumuz olsun isterdim ancak o, bu dünyaya çocuk getirmek istemiyor. Hayatımızı yaşayalım, gezelim, görelim, bir yere bağlı kalmadan yaşayalım istiyor. Ona, “Sen yanlışsın” diyemem. Bu tercihle alakalı. Bence de her önüne gelen çocuk yapmamalı ama ben hep aile olmaktan eksiktim. Kimsem yoktu. Bakabilecek durumdayım, yeterli donanıma da sahibim. Ne olurdu yani en azından bir çocuğumuz olsa…
Hamile olduğumuzu söylesem aldırmamı isteyecek belki de ama ben bunu asla kabul etmem. Kabul etmezsem de beni istemeyecek. Bu sefer de, sevgisine kefil olacağım bu adamı nasıl bırakabilirim. Hiçbir sorunumuz da yok. Benim için yapmayacağı şey yok ama çocuk olayında nasıl bir travma yaşadıysa, kabul etmiyor. Bilmiyorum. Ne yapacağımı hiç bilmiyorum. Ya onu kaybedeceğim, ya da doğmamış bebeğimi. Böyle acıklı bir tercih mecburiyetinde olmak kötü. Günlerdir neyin var diyor bana. Sıkıntım yüzümden de okunuyor demek. Sadece bu da değil ki. Artık gurbette yaşamak da istemiyorum. Yıllardır gezmediğimiz yer kalmadı. Tatmadığımız güzellik ve zorluk da kalmadı. Artık bir düzen istiyorum. Bu dağlarda yaşasak keşke. Küçük bir evimiz olsa. Çocuklarımız topraklara basarak büyüse. Ektiğimi biçsem, olana kanaat getirsem, ufak şeylerin kıymetini bileceğim ufak, kendi halinde bir hayatımız olsa. Kimi kimsem olmasa bile, doğduğum bu topraklarda yaşamak, bu havayı solumak bile öyle güzel ki…
Bu hayaller için belki de yanlış kişiyleyim ama insani değerlerine baktığımda, belki de böyle ince düşünen ve değer veren birini bir daha nasıl bulurum ki?
Aslında bazen de bulmak gerekmiyor. O kendiliğinden geliyor. Neyse işte, hayaller hayatlar. Ben de onun gibi düşünür yaşardım ama son bir aydır gördüğüm rüyalar ve denk geldiğim olaylar düşüncemi değiştirmeye başladı. Sanki artık ihtiyacım başka şeyler. Belki de doygunluğa ulaşınca, sindirmek için artık durmak gerekiyor. Yaşayabileceğim her şeyi yaşamış gibiyim ve artık bunları sakince sindireceğim bir yaşam istiyorum. Donanımlarınla eğiteceğim nesillerim olsun istiyorum…
Öyle bir çıkmaz ki benim için, tek istediğim, bu iş benim tercihime kalmadan çözülmesi. Bir şey olsun ve bu durumun içinden çıkayım, tez vakitte…
Bu deftere daha yazmayacağım. Bu son yazım olsun. Hatta bu defteri, burada bir yere gömeyim. Sıkıntılarımı gömmüş olayım. Neyse, gidip biraz odun alayım etraftan. Ateş de azaldı baya. Seni de, bir kenara gömerim artık. Elveda dert ortağım…

—–

9. Kısım

-“Sen!”dedi donuk bir ifadeyle, iki elini karnına tutmuş bir şekilde. Ellerini karnına götürüşü, Adam’ın gözünden kaçmadı. Yaralı adam ise, öne eğik bir halde, yarı yaşlı gözleriyle Kadın’a bakıyordu.
-“Seni hatırladım! Evet seni hatırladım ama nasıl söylenir ki bu… O benim kocamdı”
diyerek Adam’a döndü, anlamamasını ve soru sormasını bekleyen bir ifadeyle. Adam ise gayet sakin ve emin bir tavırla,
-“Biliyorum”
dedi ve ekledi: “Kocandı”.
Kadın, Adam’ın duruma vakıf olmasına şaşırdı. O bile yeni hatırlamıştı, Adam nerden biliyordu. Hem ilk kez karşılaşmıştık aynı ortamda. Bu durumun enteresan geldiği yüzüne ifade olarak yansısa da, ikisinin halinde bir gariplik vardı, bunu görüyordu.
-Siz nerden tanışıyorsunuz ve neyiniz var?
Adam söze girdi:
-Kuru odun almak için ağaca çıkmış. Dalları atmış aşağıya, inerken kaymış ve karnı yarılmış. Kamp alanında baygın buldum onu. Sana da tanıdık geldi mi?
-Evet, bu benim de başıma geldi. Peki sen nerden biliyorsun bunları? Tam olarak ne oluyor bana anlatır mısınız?
Yaralı adam, zar zor konuşarak, “Tarih tekerrür etti. Müsade edin şuraya oturayım. Ağrım arttı”
Adam, iki yanından tutarak yavaşça oturttu yaralı adamı ve “Hepsini konuşacağız. Bana ilk yardım çantasını getir de yaraya pansuman yapayım. Bir de ağrı kesici iğne yapayım kendine gelsin”
-Tamam, getiriyorum…
Kadın, çantayı getirirken, Adam da sarılı yarayı açtı.
-Sabaha helikopterle aldırırım seni. Bu gece pilot şehir dışında. Sabah erkenden gelecekti. Ağrı kesici biraz rahatlatır sabah kadar. Yerinden kalkmazsan sorun olmaz.
-Tamam. Kan durdu gibi. En azından kan kaybım yok. İdare ederim acısını. Sorun değil. Sağol, gerçekten sağol. Hem yaram için, hem de beni buraya getirdiğin için.
Adam, bir şey demedi. Kadın’ın getirdiği çantadan ilaçları aldı. Önce temizledi. Temizlerken yakmış olacak ki, aniden bağırdı. Boğazındaki damarlar çıkmıştı. Elini, baş ucundaki kadına uzattı. Kadın elini tuttu ve sıktı, dayansın diye, destek olmak için. Adam, bunu görünce biraz sinirlendi ama gözünü fazla dikmedi onlara. Dişlerini sıkıyordu, onlara belli etmiyordu. Ağrı kesiciyi şırıngaya doldurdu ve aniden yaranın etrafına sapladı. Yaralı adam, iğnenin agresif bir şekilde vücuduna saplanmasından anlamıştı durumu ve aniden elini çekti. Dişlerini sıkarak dayanmaya çalıştı. Adam gerekli pansumanı yaptıktan sonra çantayı toparladı ve çadıra doğru yürüdü, yürürken de Kadın’a seslendi:
“Hayatım, gelir misin!”
Kadın, yaralı adamdan gözlerini bir türlü alamıyordu. Her kaçamak bakışında, sanki yeni anıları geri geliyordu hatırasına. Adam’ın seslenmesiyle peşinden gitti. Çadıra girdiklerinde, Adam’ın sinirli tavrını anlamak için gözlerine bakmak yeterliydi.
-Sakın bir daha onun elini tutma!
-Acı çekiyordu, gayri ihtiyari tuttum.
-Bebek değil o. Acıyı da çekecek, sıkıntıyı da göğüsleyecek. Sen benim karımsın ve senin zerrene bir başkası dokunamaz. Bunu aklına sok ve bir daha öyle davran. Acı çekiyorsa bana tutunsun. Benim mahremime değil!
diyerek net ve katı bir tavır sergiledi. Kadın ise bir şey diyemedi. Sonuçta ölmüyordu. Altı üstü acı çekiyordu.
-Haklısın, üzgünüm ama anla beni. Şu an zihnimde ve kalbimde neler oluyor tahmin edemezsin. Bir an elini uzattığında, sanki anılarıma uzatmış gibi oldum. Hayatımın tüm eksik yanları tamamlanmış gibi…
Adam, Kadın’a baktı. Bir anlık kıskançlık, sahip olduğu kıymetli varlığa karşı fazla hassaslaşmasına sebep oldu ancak anlık gelişen bir durumdu. Bir süre gözlerine baktı ve yaklaşarak sarıldı. Başından öptü, kokladı ve kulağına yaklaşarak,
– Mazur gör beni de. Saatlerdir yaşadıklarımız ve dinlediğim şeyler beni de etkiledi. Evet, nasipten öte yol yoktur ama insanım ben de. Güdülerime kapılıyorum işte. Haklısın. Bu durum en çok da senin için zor. Burayı hatırladın değil mi? Nerdeyiz biliyorsun.
– Evet hatırladım. Yaralandığım ormandayım. Zar zor kamp yerine gitmiştim ve kocamın dizinde uyumuş kalmıştım. Sonra ise hastanede gözlerimi açtım.
– Olaylar o kadar kısa ve basit gelişmedi. Senin de, onun da yaşadığınız çok şey var. Tüm bunları konuşmamız gerek, gizli kalan her şeyi.
diyerek elini Kadın’ın karnına götürdü. Kadın, başını Adam’ın göğsünden kaldırdı ve gözlerine baktı. Adam, “biliyorum” der gibi başını ağır ağır salladı, aşağı yukarı. Kadın şaşkındı ve belirsizlikler o kadar çoktu ki, nerden başlayacağını bilemeyecek kadar yorgun bakışlarla Adam’a bakıyordu. Ancak onun varlığı çok iyi geliyordu. Sıkı sıkı sarıldı ve ayrıldı Adam’dan.
-Hadi gidelim ve konuşalım her şeyi.
-Sen git ben geliyorum
dedi Adam ve Kadın çıktıktan sonra çantasının en altından bir defter alıp, Kadın’ın arkasından dışarıya çıktı…

10. Kısım

-“Her şeyi anlatabilir misiniz?” diye tüm olan biteni öğrenmek istediğini, yaranın acısını belli eden bir ses tonuyla dile getirdi yaralı adam, Kadın ve Adam’ın geldiğini görünce…
-“Elbette anlatacağız, sen de anlatacaksın. Belirsiz o kadar şey  var ki…” derken Kadın, Adam araya girdi ve
-Önce şu defterdeki son yazıyı okumalısın. Sonra bilmen gereken başka bir şeyi daha sana söyleyeceğiz.
Kadın şaşırdı, “Nerden buldun bunu? Bu benim defterim. Son gün, evet son gün onu ağacın dibine bırakmış, toprak örtmüştüm. Ne zamandır sende bu? Bana niye söylemedin?” diye şaşkın ifadeyle cevap aradı.
-Seni hastaneye ilk götürdüğüm gün, sana müdahale yapılırken tekrar geldim buraya ve etrafta bir iz bulabilir miyim diye. Köpeğim de yanımdaydı. Kokuyu aldı ve ortaya çıkardı defteri. Bir sene geçti. Bugün de yanımda getirdim. Bu ortamda, içindeki anılarınla birlikte belki bir şey hatırlarsın diye. Ancak buna gerek kalmadan hatırladın her şeyi”
-“Neden bana daha önce vermedin? İçinde her şey yazıyordu. Bir eşim olduğunu öğrenmiştin. Neden bana anlatmadın bunları?” diye çıkıştı Kadın da. Ancak Adam gayet sakindi:
-Son yazdığın gün, açıklama yapmayı düşünüyordun eşine. Sonra da defteri gömdün. Ardından neler yaşandı bilmiyordum. Belki de sana zarar vermeye çalıştı. Bu duruma seni o getirdi. Bilemezdim. Her gün, eşe şiddet haberleri geliyor. Ölüme kadar gidiyor bu şiddetler. Tedbirli davrandım ve anlatmadım  ancak bir sene geçti ve olaylar tamamen duruldu. Seninle bir düzenimiz var. Tek eksik, senin zihnindeki geçmiş anılar. Seni sen yapan anlar. Hatırla istedim…
-Nasıl gizlersin böyle bir şeyi! Belki de o zaman verseydin defteri, beni arayıp bulacaktı. Senin yüzünden bir sene onun yokluğuna alışmaya mı çalıştım yani? Nasıl bir insansın sen? Göz koymuştun değil mi karıma!
-Karıma değil! Haddini bil. Lafını doğru konuş. Ben olan biteni anlattım. Yaşanılan tüm olumsuzlukları birine yıkarak kendini aklayamaz, kurtaramazsın. Madem bu kadar önemliydi senin için, alıp sırtına 20 km koşsaydın!
-“Tamam sakin olun! Lütfen…” derken olayları sindirememiş olacak ki, Kadın kendini kötü hissetti. Bayılır gibi oldu ancak Adam yakaladı ve oturmasına yardım etti. Biraz su alıp yüzüne ensesine sürdü ve “Sakin ol, tamam, ben de sakinim” soluna dönerek yaralı adama da, “Sen de sakin ol” diye işaret parmağıyla uyardı. Adam, ikisine de su verdi. Ardından defteri yaralı adama uzattı ve “son anıyı aç ve oku” dedi.
Kadın, okuyacaklarını öğrenince nasıl tepki vereceğini kestiremeyen bir ifadeyle yaralı adama bakıyordu. Yaralı adam, hamileliği öğrendiğinde başını kaldırdı ve Kadın’a baktı. Kadın, öğrendiğini anladı ve gözlerini kapayarak kafasını iki yana sallamaya başladı. Yaralı adam hızlıca okumaya devam etti ve Kadın’a döndü:
-Bana nasıl söylemedin böyle bir şeyi? O gece hem seni, hem de bebeğimizi mi kaybettim yani?
Kadın, Adam’a baktı ve ‘sen anlat’ der gibi başını oynattı, omuzları çökmüş bir şekilde.
Adam, yaralı adama döndü ve
“Evladın yaşıyor. Şu an 6 aylık” dedi…

11. Kısım

“Ne? Yaşıyor mu?”
Yaralı adam, kafasını ellerinin arasına almış. Bir yandan karnındaki acı, yandan kalbindeki sızı, bir yandan zihnindeki şok etkileri, delirmemesi işten bile değildi.
“Yani bebeğimi dahi saklandın benden öyle mi? Belki defteri verseydin her şeyi hatırlayacak ve beni bulacaktı. Sen bunu engelledin. Sen işine geleni yaptın. Sen onu değil, kendini düşündün” diye söylenmeye başladı başı yere doğru ve iki avucunun arasında, yüzü söylenirken kızarmış halde. Sözlerinin sonuna geldiğinde Adam’a baktı.
Adam, bir şey diyemedi bir süre. Kadın da, bakışını Adam’a çevirdiğinde, göz göze geldiklerinde, “O an koruma iç güdüsüyle bunu yaptım. Aksi bir durum aklıma gelmedi. Sen bebek istemiyordun, eşim ise istiyordu. Sonuçta sen bu bebeği aldırmak istesen o aldırmayacak kadar kararlıydı. Senin değişmeyeceğini düşünmüş. Akabinde onu mezardan çıkardım. Karnı deşilmişti. Sen yanındaydın, hiç gayret göstermeden direk gömmüşsün ve yaşıyordu. Tüm bu parçaların bütünlüğünde, söylememem gerektiğine karar verdim. Ta ki, bugüne kadar. Bugün her şeyi hatırlaması için ona yardım edecektim. Çünkü geceleri rüyasında sayıklamaları başladı. Belli belirsiz, endişeli sayıklamalar. Geçmişindeki anılar canlanmaya başlamıştı diye düşündüm ve artık vakti geldiğini düşündüm. Ben de insanım ve şartlara göre hareket ettim. Doğru olduğuna inandığım şekilde”
“Sana göre doğru olan, karımla evlenmekti yani öyle mi? Benim varlığımı bile bile, bebeğimi bile bile?” diye çıkıştı Yaralı Adam.
Adam ise, “Konuyu çarpıtma! O an gitmeyi kafasına koymasaydı, belki o düzende yaşasaydık evlenmek aklıma gelmezdi. Her zaman düzeyliydi iletişimimiz. Evet kadın olarak beğendiğim ancak bildiklerim doğrultusunda böyle bir adım atamazdım. Gitmeyi kafaya koyunca, bir anda içimden geçeni söyledim. Varlığına da alışmıştım, kaybetmek istemedim. Yaptıklarımdan sadece defteri ilk zamanlar vermediğim için pişman olabilirim ancak tüm olan bitenlerin, o an ki seçimlerle olduğuna ve bir sebebi olduğuna inanıyorum. Yine de her ikinizden de bu durum için özür diliyorum. Ayrıca ilk zamanlar defterde yazanlar kadarıyla seni aradım ben. Ülkede değildin. Sana ulaşmam imkansızdı. Ben o şartlarda elimden geleni yaptım. Öldüğünü sandığın kadını yaşattım. Bunlar aklına yatıyor da, defteri neden vermemişim, bunlar mı yatmıyor? Karım dediğin kadın, ölmüştü senin için. Ben gelmeseydim, ölmüş zaten diyip arkamı dönüp gitseydim, bugün ne kanlı canlı karşında görürdün, ne de evladının yaşadığını bilirdin. Artık sorunlara odaklanmak yerine çözüme nasıl varacağız ona odaklanalım. Ben karımı seviyorum ve ondan vazgeçmem. Senin çocuğun da olsa, o benim de çocuğum. Hiçbirinden vazgeçmem. Yalnız, eşim beni istediği sürece…”
Kadın da, Yaralı Adam da, oturdukları yerde sakince önlerine bakıyorlardı. Adam da, Kadın’ın yanına oturdu ve sessizce kaldılar öylece. Sessizliği Yaralı Adam bozdu:

“Bir yıldır çok şey değişti benim için. Seni kaybedince, “kaybetmeseydim her istediğine uyum sağlar, onun için elimden geleni yapardım” dedim. Zaten hep kaybedince böyle derler değil mi? Kaybetmeden anlamazlar. Anlamamışım. Belki o zaman çocuk mevzusunda katı olmasam, sen tedirgin olmayacaktın. O tedirginlik olmadığında dikkatsiz de olmayacaktın. Ne bileyim daha farklı bir son olabilirdi. Ancak yaşadığını bilmek bir yana, çocuğumun olmasına nasıl sevindiğimi anlatamam. Bir süredir böyle bir sorumluluğa hazır hissediyordum. Hatta sen yaşasaydın, kocaman bir ailemiz, yerleşik düzenimiz olsaydı diyordum. Ancak kaybetmiştim seni. Bu ihtimali bir daha düşünemezdim. Ancak şimdi…”
Adam başını kaldırıp, bir bakış attı Yaralı Adam’a, sözün sonunu tahmin eder gibi. Yaralı Adam, bakışa aldırış etmeden devam etti:
“Yaşanan her şeyin bir sebebi vardır elbet. Ben de bunu düşünerek, madem ki burdayız, yani şunu söylemek istiyorum: “Ben seni hiç unutmadım. Unutmadığım gibi, bir sene sonra buraya geldim. Bunun sebebini sorgulamadım. İçimin doğrultusunda geldim. Seni hala seviyorum ve evladımı da seni de istiyorum. Şartlar nasıl olursa olsun, hiçbir şey umrumda değil. Seçim tamamiyle sana ait ve nedenini sorgulamayacağım da. Seni kurtardığı için ona minnettarım ama minnet için sevdiğim kadından vazgeçmem. Vazgeçmemin tek sebebi senin tercihin olur. Sen ne diyorsan o”
diyerek, her iki adam da sorumluluğu Kadın’a yüklediler. Ağır bir yük gibi görünse de, iki adamın birbirini öldürmesinden iyidir diye düşünülebilir.
Kadın ise, duyduklarının verdiği şaşkınlıkla vr ne yapacağını bilemez ifadesiyle her iki adama da bakıyordu. Her iki adam da, bir cevap bekliyordu…

12. Kısım

Üçü de bir kenara çekilmiş ateşi izliyorlardı. Aralarında sessizlik hakim olsa da, gelen çıtırtılar etraftaki varlıkları az çok hissettiriyordu. Rüzgar hafif de esse, iğne yapraklı ağaçların arasından geçerken, o da varlığını hissettiriyordu. Ancak üçünün de artık hiçbir varlık umurlarında değil gibi, omuzları çökmüş, yaşam belirtisi olarak sadece nefes alıp veriyorlardı…
Yaralı Adam’ın gözlerine yansıyan ateşte acı, hasret, şaşkınlık, mutluluk ve hüsran okunabilirdi. Kadın’ın gözlerindeki ateşte ise geçmişin belirginliği, bugünün belirsizliği ve tüm bunların sonucu çare arayışı okunabilirdi. Adam’ın gözlerindeki ateşte ise, her şeyi boşvermişlikle, hiçbir şeyi boşvermemişlik arasında gidip gelen kasılmalar okunabilirdi. Bir süre böylece durdular oldukları yerde…
Adam, bir anda gözünü ayırdı ateşten. Yaralı Adam’ı inceledi. Aklına bir şey gelmiş gibi doğruldu ve çadıra gitti. Kısa süre sonra çadırdan ilk yardım setiyle çıktı ve Yaralı Adam’ın yanına doğru yürümeye başladı. Gözler Adam’ı izlerken, Yaralı Adam’ın yüzü yumuşadı ve geriye doğru uzanıp yarasını açtı.
“Her şeye rağmen hayatımı sana borçluyum” diye minnetini duyurdu, Adam yanına geldiğinde.
Adam, yarayı önce kontrol etti, sonra pansuman etti ve yarasını kapattı, “Pek iyi durumda değil” diye de ekledi. O sürede Kadın hala ateşi izlemekteydi. Adam, doğruldu ve Kadın’a su götürdü. Kadın suyu içerken, terlemiş alnına yapışan saç tellerini yana doğru çekerken Kadın başını geri doğru çekti. Adam’ın sonraki hamlesini biliyor ve önünü kesiyordu. Önce saçına dokunur, sonra sağ gözüyle burnu arasındaki boşluktan öper ve boynuna inerek kokusunu içine çekerdi. Ortamın bu hareketi kaldıramayacağını düşündüğü için kendini geri çeken Kadın’a alınmış bir tavırla aniden kalkarak ormana doğru yürümeye başladı Adam. Arkasından “Nereye?” diye seslenen Kadın’a da, “Biraz dolanayım” dedi arkasına bakmadan. Adam’ın gidişini gören Yaralı Adam, sadece gözlerini değil, başını da Kadın’a çevirdi. Göz göze geldiler. Birbirlerine uzun uzun bakarken, her ikisi de geçmişin hüznünü ve mutluluğunu aynı anda yaşar gibi, hem gözlerini yaşarttılar, hem de tebessümlerini yeşerttiler. Adam ise uzaktan, karanlığın içinden onları izliyordu. Biraz mahzun, biraz da sinirli…
Bir saat geçmemişti. Yaralı Adam, yattığı yerde titremeye başladı. Kadın o halini görünce telaşla bağırdı: “Ne oluyor” diye. Bir anda ormandan hızlıca yaklaşan ayak sesleriyle, Adam da geldi ve o da aynı soruyu sordu. Yaralı Adam, zangır zangır titremeye başlamıştı. Vücuduna tuttuklarında soğukluk hissedilir safhadaydı. “İyi değilim, iyi değilim” diye dişlerini sıkarak sayıklarken sadece dişlerini sıkmakla devam etti titremesine. Etraftan gelen sorulara da cevap veremiyordu. Adam, yaraya baktığında kanamanın arttığını gördü. Sadece yarası değil el ve ayaklarda da morarmalar oluşmaya başlamıştı. Kadın ne olduğunu anlamaya çalışırken Adam, “Kanı vücuduna doğru çekiliyor. Fazla kan kaybediyor ve mikrop kaptı sanırım. Böyle devam ederse onu kaybedeceğiz” demesine kalmadan Kadın ayaklandı telaşlı telaşlı. “Bir su getireyim” diye çadıra doğru koştu. Adam, can cekişen Yaralı Adam’ı izliyordu. Gözlerinde hem telaş hem rahatlık var gibiydi. Yaralı Adam, o canıyla boğuştuğu sırada Adam’a baktı. Gözlerinde, bir şeyi farketmiş bakış vardı. Adam bunu farkettiğinde, Yaralı Adam’a doğru yaklaştı, gözlerinin içine baktı ve “Beni affet ama o benim” dedi. Yaralı Adam’ın gözleri fal taşı gibi açıldı ve son nefesini aldı, gözleri açık kaskatı şekilde öylece kaldı. Koşarak geri dönen Kadın, o manzara karşısında olduğu yere bayılarak yığıldı. Adam’ın ise gözleri yaşlıydı…

13. Kısım (Final)

Aradan bir saat geçmişti. Adam’ın gözleri sönmeye yakın ateşin közlerinde, Kadın ise ölen Yaralı Adam’ın başında kuruyan göz yaşlarıyla ağırlaşan göz kapaklarını ağır ağır kapatıp açıyordu ve yanı başındaki cesetle geçen anılarını izliyordu. Yüzünde acılı bir tebessümle…
Adam, ağır ağır yerinden kalktı ve Kadın’a, “Artık öyle durmasın. Gömelim toprağa ve biz de geri dönelim”
Kadın, yüzünü Adam’a çevirdi. Acılı tebessümü yerine, kabullemiş ifadesiyle, “Tamam” dedi. Adam, cesedi kaldırdı ve Kadın’ın daha önce gömüldüğü yere götürüp yatırdı. Önce taşlarla etrafını çevirdi. Sonra da üzerine toprak attı. Kadın ise uzaktan seyrediyordu. Adam, omuzları çökmüş bir halde, Kadın’ın yanına geldi ve diz çöktü. Başını avuçlarına alıp, gözlerine baktı, dolu gözlerle. Tam ağzını açacakken, Kadın söze girdi:
“Onu sen mi öldürdün?”

Adam’ın baygın gözleri bir anda açıldı, kalp atışu hızlandı. Gözlerinin içinde yanan ateş, sonra etrafına bakındı. Yaralı Adam yatıyor, Kadın ise oturmuş hala ateşi izliyordu. Adam, dünyanın yükünü atmış gibi, kendine göre sessiz bir ‘oh!’ çekti ama Kadın’ın da dikkatini çekmişti.
“Ne oldu” der gibi bakışına karşılık Adam, tebessüm etti ve geriye doğru uzandı. Uzandığında, yapabileceklerini yapmadığına şükür ederken, derin derin nefeslerle içini rahatlattı. Bir anlık gözlerinin dalması,  yapabileceklerini görmesi ve sonunda yaşayacağı pişmanlığı düşündükçe daha da derin nefes alıyor ve şükrediyordu.

Biraz sakinleştiğinde doğruldu. Kadın’ın yanına gitti ve karşısına diz çökerek oturdu.

“Karar vermek için acele etme. Seni böyle bir karar vermeye mecbur bıraktığım için de özür dilerim. Ancak yaşadıklarımızı biliyorsun. Süreç böyle işledi ve şimdi burdayız. Gönlüm seninle ama gönlün benle değilse, hele ki hatırladıklarından sonra, ben buna dayanırım ama sen hislerini içinde bastırmaya dayanma. Geçmişin hesabını sana soramam. Seni sevdiğim için de alıkoyamam ama şuna emin ol, ben her koşulda yaşarım. İçinde en ufak mahzunluk da yaratma. Benden yana güzel gönlünü ferah tut olur mu? Lütfen!..”

Kadın bu sözlerin karşısında duygulandı. Adam’a elini uzattı ve eline aldığı elini sıkarak teşekkür etti. Adam, Kadın’ın karar verdiğini düşündü, içi burkuldu ama belli etmedi mahzunluğunu ve tebessümle yanından kalktı: “Biraz dolanayım gelirim” derken arkasına bakamadı. Gözlerinin doluluğunu ise, karanlığa girdiğinde boşalttı. “Sensiz yaşarım” desede, bu sürecin acısını çekmesi gerekiyordu ve o süreç başlamıştı…

Sabahın ilk ışıkları, karanlığı görünür yapmaya başlamıştı. Adam, sakin adımlarla ormandan geri döndü. Kadın da, Yaralı Adam da uyuyorlardı. Çadıra girip telsizi aldı ve helikopterle irtibat kurdu. Pilot, kısa sürede geleceğini ve hazır olmalarını söylemişti. Adam, önce Yaralı Adam’ı kontrol etti. Uyandırdı ve durumu anlattı. Ardından yarasına baktı. O sırada seslere Kadın da uyandı. Etrafı toparlayıp yola koyulacaklardı. Helikopter sesi duyulmuş ve açık alana inmişti. Pilot da geldi. Bir yandan eşyaları taşırlarken, Adam’da Yaralı Adam’ı sırtlanmış helikoptere doğru yollanmıştı. Sırtında, kaybedeceği pek çok şeyi taşıyordu aslında ama bunları düşünmemeye çalıştı…

“Nasılsın daha iyi misin?” diye sordu Kadın, Yaralı Adam’a.
“İyiyim merak etme. Operasyon da iyi geçti. Kısa sürede toparlarmışım. Sen git dinlen. Çok sarsıldın. Toparla kendini”
“Ben iyiyim. Biraz dinlendim. İyi olmana da sevindim. Hazır yalnızken, sen de daha iyiyken birkaç şey söylemek istiyorum”
“Olur tabi, söyle” derken gözleri umutla parıldadı.

“Seninle ilgili her şeyi hatırladığım an, içimdeki tüm boşluk doldu. Nasıl iyi hissettim anlatamam. Seni tekrardan görmek, varlığını bilmek, sana olan sevgim, tüm bunları tekrar tatmak, o şaşkınlığın içinde tarif edilemez bir histi. Ummadık anlarda, ummadık şeyler yaşanıyor. Nerden nereye ve şimdi neredeyiz. Seni tekrardan bulduğum için mutluyum. Arıyordum geçmişimi ama seni bulacağımı tahmin bile etmezdim. Şükür ki, tüm boşluklar doldu ama nice sorunu da yanında getirdi. Şu an tek önemli olan hepimizin hayatta ve sağlıklı olması”

“Kesinlikle öyle! Senin hayatta olman hele. Benim için mucize” diyerek söze girdi Adam ve Kadın’ın sağ elini iki avucu arasına aldı. Gözleri mesut şekilde bakıyordu.

Kadın’da diğer eliyle, Yaralı Adam’ın ellerini kavradı ve sözlerine devam etti:

“Bu geçen süreçte öyle şeyler yaşandı ki, şu anda iki farklı hayatım var. İkisinden birini seçme sorumluluğunu da bana verdiniz ve bu sorumluluğu kimse yaşamaz umarım. Sana söyleyeceğim şu ki, ben eşimi, onun merhametini onun bana yaşattıklarını, seninle geçen tüm süreçte yaşattıklarından daha çok seviyorum”

Yaralı Adam’ın göz kapakları biraz daha açıldı ve kaskatı kesilmiş gibi öylece kaldı. Dinlemeye devam ediyordu ama artık neler duyacağını biliyordu. Hatta artık dinlemiyordu, biliyordu…

Ellerini, ellerinden ayırıp iki yanına koydu. Kadın’ın sözleri sadece bir garip tesellisiydi. Kendisini seçeceğine eminken saygı duyacağına söz vermiş olsa da, sözünde kalması gerektiğinin mahzunluğu omuzlarını çökertti ama yüzünde etki etmedi. Kadın’a belli etmemek için kendini biraz sıktı. Ardından söze girdi:

“Seni anlıyorum ve saygı duyuyorum. Ne yaşamak istersen yaşa, ben de destekçinim. Ancak evladımı görmek isterim. Sadece bunu isterim”

“Tabii ki, evladını görmeni ben de isterim. Bu süreci de saygı ve sevgi çerçevesinde yürüteceğimize eminim. Bana gösterdiğin anlayış için de teşekkür ederim” diyerek yanınından ayrılmak için yavaşça arkasını döndü Kadın. Tam adımını atacakken kapı açıldı ve eşinin doktor arkadaşı telaşla Kadın’a baktı.
Kadın’ın duyduğu sözler, onu daha fazla ayakta tutamadı…
Adam, ormandaki işine helikopterle giderken, tahmini bir kontrol kaybı yaşamış ya da farklı bir sebepten ötürü, menzil dışında bir yere çakılmış…

Kadın gözlerini hastane yatağında açtı. Önce nerde olduğunu anlamaya çalıştı ancak uzun sürmedi. Bir anda doğruldu ve yanında bekleyen doktor arkadaşına, “Onu buldunuz mu?” diye sordu titrek sesle.

“Bir ceset var ama o mu belli değil”

Yıkık bir şekilde yatağa düşen bedenin tek yapabileceği hüngür hüngür ağlamaktı…