Tüm duyularını kullanabildiğin bir hayatı hisset!

Baktığımda Gördüğüm…

İşlerine ara vermiş bir aile…

Çocuklar bahçeye serilmiş sohbet eder, dinlenirken, Adam evin kapısına doğru geldi ve eşikte durdu. Uzun boylarıyla hafif boynunu eğdi.

Kapının kenarında dinlenen Kadın’a, kadınına baktı…

Takındığı tebessüm; içinde Kadın’ın varlığına duyduğu güven, azim ve çalışkanlığına duyduğu gurur ve dışarıdaki yavruların gelişine duyduğu sevincin kaynağı olana duyduğu sevgiden doğmuş, izliyordu.

İçeride sofrayı kurmuş, dışarıdakilere seslenmeden önce öyle durup izlemek istemiş. İsterken, gönlündeki yoldaş güvenini pekiştirmekmiş gayesi, ki öyle de oldu…

Kadın, dinlenmeyi oturmak sayarmış. Ama otururken boş durmaz, yırtılan iş bezlerini diker yada o an oturarak yapılacak ne iş varsa yaparmış…

Evin kapısının dışında oturmuş iş bezlerini dikiyordu. Öyle içten yapıyordu ki işini, Adam onu izlerken; o içtenliğine, özenine, çabasına hayranlığını gözlerinde ve simasında takındığı tebessümle belli etmişti o kapı eşiğinde bu sefer de. Öyle birşey ki, genellersen huzur diye genellenir. Güven tabiriyle de desteklenir. Hani gözün arkada kalmaz ya, “O üstesinden gelir” der, huzurla devam edersin ya, öyle birşey…

Kadın, Adam’ın baktığını hissetti ama yüz vermedi. İşine devam etti. Öyle yılışık tavırları pek sevmezdi. Hele ki çocukların yanında…

Mesafeyi severdi. Sevginin yıpranmaması, saygının kaybolmaması için. Adam da bilirdi artık yıllar yılı geçirdiği Kadın’ı. Ama muziplik işte. Boş duramazdı. Tebessümünü dindirmeden ve yıllardır dinmeyen aşkla bakışını daha da güçlendirerek seslendi ona: “Kariciğim! Sana bir nikah daha kıyacağım…”

Kadın ise tabiri caizse bıyık altından, tavrını bozmadan, tebessüm etti. Ama ses etmedi. Adam da üstüne gitmedi zaten. Sadece Kadın’ın değişen simasına kahkaha patlattı. Birbirlerini sevişe bakın hele…

Çok da konuşmalarına gerek yoktu. Hal ve tavırlarını ezber etmişler. Her hareketlerine anlam yüklemiş yıllar. O güzel, zorlu ama tatlı yıllar…

Adam, her imkanı sağlasa da Kadın’a ve çocuklarına, Kadın öyle yetişmişti. Yırtılanı atmazdı. Eskiyeni başka bir işe kullanmadan bırakmazdı. Değerlendirirdi. Değerlendirdikçe bereketlenirdi hane. Adam bilirdi ki, ne kadar çalışsa çabalasa da Kadın’ın bereketleriydi, bereketi arttıran, elde avuçta var olan…

İşte güven duyulan, huzur bulunan yan da buydu. Adam, Kadına baktığında hissettiği güç, işte tam da bunlardandı. Gözü arkada kalmaz, güvenle sarılırdı, severdi. Kadın’da dağın verdiği yıkılmaz gücü hisseder, birbirlerine olan bağlarını daimi güçlendirirlerdi…

Kadın’ın yüzündeki mimikleri okuyan Adam, çocuklara seslendi: “Pulilerum! Haydin toplanın sofra hazır. Hadi karıcığım!” diyerek kapının eşiğinden döndü içeriye, kuzinenin üzerindeki demliği alıp, masadaki çayları doldurmaya başladı. Birer birer gelip oturdu sofraya herkes. Çayı doldurması bitince Adam da oturdu yerine. Sofrayı izledi öylece.

Önce ‘Hamd’ etti, sonra ‘Besmele’ çekti ve başladı yemeye…

« »